Zeynep Uzunbay – Kamçılanma Mesafesi Kitap İncelemesi

Toplam on üç öyküden oluşan Kamçılanma Mesafesi, kadın kimliğini birçok yönüyle öyküye konu eder. Kadınların kendi sesleri ve gerçeklikleriyle var olduğu öykülerin hepsini irdeledim.

Zeynep Uzunbay Kimdir?

1961 yılında Kayseri’de doğan Zeynep Uzunbay, 1985’te Gazi Eğitim Fakültesinde edebiyat bölümünü bitirmiştir. İzmir’de yaşayan sanatçı; öykü, roman ve şiir, deneme türlerinde başarılı yapıtlara imza atmıştır. Şiirleri İtalyanca ve İngilizceye çevrilen Uzunbay’ın aynı zamanda şiir incelemeleri de bulunmaktadır.

Sabahçı Su Kıyıları (1995) kitabıyla Damar-Çankaya İlkbahar Şiir Ödülü’nü, Yaşamaşk (1998) ile Arıburnu Şiir Ödülü’nü, Kim’e (2003) ile Homeros Şiir Ödülü’nü kazandı. Yara Falı (2006) ve Geri Dönüşüm (2010) diğer şiir kitaplarıdır. Aydınlığım Deliyim Rüzgarlıyım/Gülten Akın Şiirinde Temalar (2011) adlı bir deneme kitabı bulunmaktadır.

2010’da yayımlanan Acı Bir Kuş  ve 2015’te yayımlanan Yokuş Aşağı Portakallar roman türündeki eserleridir. Kamçılanma Mesafesi, Çoğunluk Dersleri 2019’da çıkan öykü kitaplarıdır.

Birçok edebi türde eser veren, inceleme yazıları yazan  sanatçının Aklımın Çiçekleri, Kedi Merdiveni, Konuşan Kalem, Mamma, Erina ve Korda adlı çocuk kitapları da bulunmaktadır.

Zeynep Uzunbay

Kamçılanma Mesafesi Kitabı İncelemesi

Toplam on üç kısa öyküden oluşan Kamçılanma Mesafesi’nin  son baskısı 2019 yılında Sel Yayıncılık’tan çıktı. Edebiyatın değişik türlerinde eser veren Zeynep Uzunbay, kendine has üslubunun damga vurduğu bu öykü kitabıyla kadın meselesine odaklanıyor. Ancak bunu dışardan bir gözle yapmaktan özellikle kaçınan Uzunbay, kadınları kendi sesleriyle var ediyor. Kadınlar kendi mizaçları, statüleri, saflıkları, hırsları, huzursuzlukları, dertleri, sıkıntılarıyla konuşuyorlar.

Sanatçı, çok güçlü anlatıcılar kullanır. Öykü atmosferinin en önemli belirleyicisi de bu güçlü anlatıcılardır. Yine dinleyiciler de önemli bir öykü kişi olarak çıkar karşımıza. Anlatıcıların cevapları ve yorumlarıyla bize sezdirilen dinleyiciler, öykü atmosferinin önemli parçasıdırlar.

Tüm ötekileştirilmiş kadın kimlikleri kanlı canlı bir şekilde çıkar karşımıza. Hayat kadını, ev kadını, dayıbaşı, fabrika işçisi, Kürt, Alevi, Ermeni, çingene, eşcinsel…. Kadın kimliği, bütün ötekileştirilmiş kimliklerin çatısı gibidir.

Bu kadınlar, çoğunlukla İzmir’in semtlerinde yaşar. Kars, Kayseri, Sivas da eserde adı geçen diğer şehirlerdir.

Zaman, düz bir çizgi gibi akmaz Uzunbay’ın bu öykülerinde. Şimdi ve geçmiş sürekli iç içedir. Geriye dönüşler,  sıçramalar ile akar zaman.

Soldan: Kamçılanma Mesafesi 2019 Sel Yayıncılık, 2017 Manos Yayıncılık

1. Öykü: Hayat İki Bilet

“Adım Leyla ama sen Lamia da diyebilirsin” diye başlar öykü. Asıl adı ise bunlardan başkası olan anlatıcı kendi sesiyle çıkar karşımıza. Kendi gibi bütün kadınları simgeleyen kolektif bir adla çıkar karşımıza: Leyla.

Hayat kadını olan veya pavyonda şarkıcılık yapan  Leyla, kimliksiz ve köksüzdür. Artık onun nerden geldiğinin, kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Üç yıl önce tanıştığı Osman’la evlenmiştir.  Ancak onu ilk tanıdığı, allı pullu haliyle seven Osman artık ondan soğumuştur.

Boyalarımı yıkayıp pullarımdan soyununca gözlerindeki ışık söndü adamın. Şimdi kaçıncı Leyla’da bilmem.

der Leyla. Osman’ın onu yerleştirdiği avlu duvarları yüksek bir evde yaşar.  Hapishane gibi bir evdir burası. Leyla avluyu çiçeklerle doldurmuştur ancak hiçbiri büyümez, hepsi kurur.  Öykünün üzerine kurulu olduğu en önemli metafor da bu çiçeklerdir. Onlar da sevmez duvarları, güneşe uzanmaya çalışırlar tıpkı Leyla gibi açamadan solarlar.

Öykü, zaman içinde geri dönüşlerle bize Leyla’nın geçmişiyle olan hesaplaşmasını verir; bugünkü Leyla’yı okurun tanımasını sağlar. Oturduğu sokak da tıpkı kendisi gibi köksüz insanlarla doludur ve aslında benzerler birbirlerine. Leyla onların yaşamındaki sıradan detaylarla kendi geçmişi arasında bağ kurar; kardeşlerine, ailesine daha az kızar.

Bir gün oturduğu sokağın tek yerlisi olan ana kız ona çaya gelirler. Yaşlı kadın şebboyların bu güneş almayan avluda tutmayacağını söyler. Birlikte yaşlı kadının evine giderler. Kadın kendi evinden bir saksı şebboy verir. Evine döndüğünde Leyla, avlusunda kuruyacağını bildiği şebboylar için ağlar.

Kapısı çalınır Leyla’nın gelen polistir. Leyla’nın tanımadığı birini aramaktadır polis. Konuşmaları esnasında kocasının artık onunla yaşamadığını anlayan polis, ona sarkar, şebboyları alır ondan ve gece birlikte olmak istediğini söyler. Öykü için önemli bir kırılma anıdır.

Artık yeter, diyen Leyla’yı görürüz bundan sonra. Karşıyaka’ya gider. İstasyon duvarına yaslanmış, şarkı söyleyen, şebboylar gibi rengarenk olan bu kadın gibi olacaktır artık. Deli olacaktır artık kafasına eseni yapacaktır, dünya onun kahrını çeksin.

2. Öykü: İman Tahtamın Altında Bir Şey

Kırk beş yaşlarındaki dayıbaşı Münevver’in öyküsüdür. Tıpkı Leyla gibi o da kendi sesiyle anlatır. Evlidir, bir oğlu ve iyi bir geliri vardır. Ancak kocası da oğlu da yaptığı iş de ona büyük bir yüktür.

Münevver’in huzursuzluğu, iman tahtasının altında bir şeydir. On altı yaşındayken İzmir’e, kalabalık bir eve gelin geldiğinde başlamıştır bu huzursuzluk. Taa o zaman iman tahtasının altına yerleşmiş bir böcek gibidir.

İşi ile hayatı iç içedir. Bu nedenle iyi kazandığı halde  daha iyi bir semtte yaşayamaz. İşe götürdüğü kızlar öylesine fakirdir ki orada önlerine gelen yemek ödül, servislerde geçirdikleri süre gezinti gibidir onlara. Her şeylerinden Dayıbaşı Münnevver sorumludur.

Yıllardır geçmeyen huzursuzluğu için bir gün psikiyatra gider Münnevver. Mutluluk hormonunun bittiğini söyler doktor ona, ilaç yazar. Bu arada işe yolladığı kızlardan biri AVM’nin çöpünden aldığı bir konserveyi yediği için hastanelik olmuştur. Durumu ciddidir, makineye bağlı yaşayacaktır. İçtiği ilaçlarla Münevver artık ne sevinebilir ne üzülebilir bir şeye. Artık o eski huzursuz Münevver kapıyı çarpıp gitmiştir.

3. Öykü: Kalbiye

Kalbiye ve Sulbiye ikizdir. Kalbiye öykünün anlatıcısı, Sulbiye ise dinleyicisidir. Görünüşleri dışında ortak hiçbir şeyleri yoktur. Sulbiye eğitimli, kibar ve zeki iken Kalbiye ağzı bozuk, kaba, serseri ve kıt akıllıdır. Şöyle anlatır Kalbiye:

Anamızın karnında birlikte yattık ama bizim aklımız hiç benzemiyor birbirine. Daha doğrusu bende akıl kıt. Lan, kaşımız gözümüz, boyumuz posumuz, püskülümüz perçemimiz aynı. Yan yana oturmuşuz. Kalbiye’yle Sulbiye işte! Yine de sınav kağıtlarımızı okuyan her öğretmen sorardı: “Siz kardeş misiniiiz?” İkimiz de utanırdık. İkimiz de benden utanırdık. Valla kafa yoktu bende, bıraktım da kurtulduk.

İkisi de hiç evlenmemiştir. On yaşındayken Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş, muhacir bir ailenin çocuklarıdırlar.

Kalbiye, eskiden gittikleri  okulun müdürünün kocasıyla birliktedir. Adam yaşça ondan bir hayli büyüktür. Telefonla sürekli görüşürler. Öykü boyunca Kalbiye’nin telefondan sürekli adamı aradığını görürüz. Bir gün karısı bu aramaları görür. Kalbiye adamın karısına takar kafayı. Onu da arayıp durur.

4. Öykü: Yemini Kendime Vermişim

Babasının arkadaşının plastik işleme fabrikasında çalışmaya başlayan, iki yıllık açık öğretim fakültesini dört yılda bitiren Kübra’nın anlattığı bir öyküdür. Melek ile Murat’ın aşkını anlatır. Melek, atölyenin direğidir; her işten anlar, her işe koşar. Murat da öyledir. Birbirlerini çok severler, herkes de onları çok sever. Babası Melek’i Murat’a vermek istemez. Anlatıcı bu duruma şaşkınlığını şöyle anlatır:

İnanamıyoruz; babası böyle bir Murat’a Melek’i vermiyor.

Murat gecekonduda yaşar, Melek’in babasının kızı için talep ettiklerini karşılayamaz. Zaten ailesi Melek’in sırtından geçinmektedir. Onu öylece vermek işlerine gelmez.

Melek iş yerinde çakıyla saldırır Murat’a. Nedenini öğrenmek için okurun son öyküye gitmesi gerekmektedir. Araya giren Kübra’yı da yaralar. Onlar hastaneye götürülünce aynısını kendine de yapar. O da acile onların yanına getirilir.

5. Öykü: Neredesin Meryem?

Öykü bir otobüs yolculuğunu anlatır. Anlatıcı elli yaşına yakın bir kadındır. Yalnızdır, bir yolculuğa çıkmıştır. Aynı zamanda geçmişinden bugüne gönderdiği mektubunda yazdıklarını düşünmektedir. Meryem, yan koltuğa otururken şişman olduğu için özür diler ondan. Böyle tanışırlar ve çok sevimli gelirler birbirlerine.

Meryem’in kulakları ağır işitmektedir. Bu nedenle kendisine söylenenleri zorlukla duymakta ve yüksek sesle konuşmaktadır. Anlatmayı çok sever Meryem, güzel de anlatır. Anlatıcı onu keyifle dinler ancak diğer yolcular bu durumdan rahatsızdır. Ara ara uyarırlar. Meryem takmaz onları. Kocasını, oğlunu, gelinini anlatır. Hükümet gibi kadındır Meryem.

Kocası evlendikten sonra polis olmuştur, Meryem’in gayretleriyle. Yine kocası polis olduğu için kapanmış, tarikatlara girip, şeyhlere, şıhlara hizmet etmek zorunda kalmışlardır. Oğlunun devlet garantili bir işi olsun diye yine Meryem onu KPSS’ye çalıştırmış, tam oğlunun istediği gibi mavi gözlü, zayıf, güzel kızı da o bulmuş, evlendirmiştir.

6. Öykü: Karanlığa Doğru: Hülyaaa!

Emekli bir karı kocayı görürüz bu öyküde. Kadının gözünden okuruz hikayeyi.  Çocukların yaşlı anne babalarıyla kurdukları ilişkiler kadın tarafından sorgulanır, öykü böyle başlar.

Asker emeklisi adam, evde durmaktan çok sıkılır. Bir arkadaşının geri dönüşüm fabrikasında çalışmaya başlar. Kendi deyimiyle müdür gibi bir şeydir.

İşinin adını sordum, “Müdür gibi bir şey,” dedi. Müdür’ü anladım, gibi’si de, her gün eve getirdiği pasak herhalde.

Bir gün adam karısını da götürür çalıştığı yere. Orada çaycı bir kız vardır. Adı Hülya. Öylesine güzeldir ki Hz. Yusuf’un güzelliği gibi büyüleyicidir. Konyalı olan Hülya, evlidir ve bir oğlu vardır.

Bir zaman sonra adam Hülya’nın kocasından kaçıp bir inşaatta saklandığı haberini getirir. Adam borçlarına karşılık onu birahaneye satmak istemiştir. Onu alıp evlerine getirirler. Kadın Hülya’yı hem çok beğenip sevmekte hem de içten içe onu kıskanmaktadır, bu gelgit öykünün büyük bir kısmında vardır.

Bir arkadaşları vasıtasıyla özel bir huzurevinde ona iş bulurlar. Arada sırada Hülya’yı ararlar anacak ona bir türlü ulaşamazlar. Kalkıp yanına giderler. Hülya oraya gittiğinden beri hiç dışarı çıkmamış, çok ağır şartlarda gece gündüz çalıştırılmıştır.

Yaşlılara yapılan kötü muameleye şahit olmuştur. Patronu onu sürekli sıkıştırıp faydalanmak istemiştir. Alıp tekrar evlerine getirirler.

Hülya kararını verdiğini, birahanede çalışmak istediğini söyler. Kadın bir hışımla itiraz eder. Ancak bu Hülya’nın kaderidir. Babasını öldürdüğü için ıslahevinde yatmıştır, oğlunu özlemiştir, çaresizdir.

7. Öykü: N’olmuş Sana Böyle?

Öykü iki eski arkadaşın karşılaşmaları ve sohbetinden oluşmaktadır. Biz sadece Cemile’nin sesini duyarız. Arkadaşının konuşmalarını ise Cemile’nin cevaplarından, tepkilerinden ve yorumlarından anlarız.

Cemile arkadaşıyla hesaplaşma derdindedir. Çocukken kendisi çirkin, fakir, kilolu ve köylüdür. Aşık olduğu Halil onu değil arkadaşını sevmektedir. Şimdi ise eğitimli, güzel ve şehirli bir kadındır. Nikah memurudur ama evlilikten nefret eder.

Hiç evlenmemiş, evliliğin hapishanesine hiç girmemiştir. Kendisine fiziksel olarak yatırım yapmıştır. Eskiden güzel olan arkadaşı ise şimdi bir köyde yaşamaktadır. Kilo almış, çirkinleşmiştir. Bakımsızdır. Kayınvalidesi öldüğü için kayınpederine bakmaktadır.

Anlatıcı yaşayamadığı gençliğini şimdi yaşamaya çalışmaktadır. Kötü anılarla hatırladığı ailesinden de kurtulmuştur. Çocukken sevdiği Halil’i de bulmuştur. Evli de olsa umurunda değildir.

8. Öykü: Sen Çok Güzel Bir Kadınsın Havva

Havva denizin kenarında çok yakın bir arkadaşıyla oturmuş, sohbet etmektedir. Eşi Murat Havva’yı sürekli aldatmaktadır. Havva ise eşinin birlikte olduğu kadınları döverek rahatlamaktadır. Havva boşanmak istememektedir. Ne yapıp edip Murat’ı yola getireceğini, hatta onu baştan yaratacağını düşünmektedir.

Murat’ın birlikte olduğu kadının adresini öğrenmiştir. Kadın Kemeraltı’nda bir avizecide çalışmaktadır. Kadını dövmeye birlikte gitmek için arkadaşını ikna etmeye çalışmaktadır.  Bu arada arkadaşının ona bulduğu psikoloğa da devam etmektedir.

Havva dediğini yapar. Avizecideki kadını gidip döver, rahatlar.

9. Öykü: Yaz Kış Terlik

Şaziye bir çingenedir.  Öykü onun eğitimli bir kadına fal baktığı zamanı kapsar. Şaziye anlatıcı, falına baktığı kadın ise bir dinleyici olarak yer alır öyküde. Şaziye’nin ağzı çok iyi laf yapar. Sadece fal bakmaz. Aynı zamanda kadın erkek ilişkileri, evlilik, çocuk konularında hem hayat dersi hem de akıl verir. Ona göre kadın olmak bir razı oluştur.

Falına baktığı kadının çingenelerle ilgili merakını da giderir. Öyküye adını da veren yaz kış terlik giyme meselesini aydınlatır. Mahallesinden söz eder, falına baktığı kadını güldürür. Şaziye’nin anlattıklarından çingenelerin onlarca yıldır yaptığı işlerin de artık değiştiğini, yaşamlarının daha kötüye gittiğini görürüz.

10. Öykü: Sesime Ses Nefesime Nefes

Anlatıcı kadının adını bilmeyiz, kızına anlattığı öyküyü dinleriz. Köyün dışında bir tepenin yamacına şimdi oturmakta oldukları evin yapılmasını anlatır.

Annesine ve kız kardeşine düşkün olan kocasının onu sürekli nedenli nedensiz dövdüğünü anlatır. Sonra Narine dağzasının (teyze) oğlu İsmail’in tepeye ev yapmasıyla sevinir. Sanki rahmetli anası yanına gelmiş gibidir. Artık yalnız olmayacaktır; sesine ses, nefesine nefes olacaktır Narine teyzesi.

Yine bir gün kocası, nedenini anlayamadığı bir sebepten onu döver. Kadın kaçar, teyzesine gider. Teyzesi her zamanki gibi arka kapının eşiğinde oturmuş Kala deresini seyretmektedir. Birlikte dereye inip kayalıklara otururlar.

Teyzesi ona korkmamasını, kaynanasıyla konuşacağını söyler. Sonra Narine teyzesi ona şimdiye kadar bilmediği aile sırrını anlatır. Bu sır 1915 Ermeni tehciri sırasında ailesinin yaşadıklarıyla ilgilidir.

Ailesinin nasıl bir acı yaşayıp darmadağın olduğunu öğrenir. Annesi ve teyzesinin nasıl evlendiklerini, kimliklerini nasıl saklamak zorunda kaldıklarını öğrenir.

Geçmişini öğrenen kadına bir kuvvet gelir, duyguları önemli bir dönüşüm geçirir. Artık içinde korku diye bir şey kalmaz. Kocası bir daha ona el kaldıramaz.

11. Öykü: Bekle Tozu

Hasibe boylu poslu, etine dolgun, her iş elinden gelen bir kadındır ancak şaşıdır. Köse Çoban’la evlenir. Çocukları olmaz. Başkalarının çocuklarını sevip durur Hasibe. Bir çocuğa bakmaya başlar. Çocuk beş yaşına gelince anne babasının tayini çıktığı için giderler oradan. Çocuğa çok bağlanan Hasibe bir yıkım yaşar. Yıllarca onun gelmesini bekler. Kız yirmi yedi yaşındayken kendi bebeğiyle gelir. Ancak Hasibe onu göremez,  ölmüştür.

Bu öyküyü Hasibe’nin arkadaşı, Hasibe’nin bakıcısı olduğu kıza anlatır. Anlatıcı kendisi gibi yaşlanmadan, elden ayaktan düşmeden ölen arkadaşına öykünmektedir.

12. Öykü: Sorsalar Ne Zaman

Ayşe çok güzel bir kızdır. Köydeki delikanlılar, kart zamparalar vs. herkes aşıktır ona. Ayşe ise on yedisine gelince köye yeni atanan öğretmene aşık olur. Dikiş hocası İncidal, Ayşe’nin duygularını öğretmene açar. Bu arada İncidal evlidir, iki çocuğu vardır ancak eşcinseldir. İki çocuğunu da alıp sevdiği kadının yanına gider.

Ayşe ile öğretmen evlenirler. Bir çocukları olur. Adını Gülayşe koyarlar. Çok zeki ve başarılı bir öğrencidir. Mülkiyeyi kazanır Gülayşe. Üniversitede siyasi olaylara karışır. Duvara afiş asarken yakalanır, hapse atılır. Bir hafta sonra da darbe olur.

13. Öykü: Kamçılanma Mesafesi

Kitaba adını da veren bu son öykü, kendinden önceki bütün öykülerin kesiştiği bir kavşak gibidir. Bu nedenle tanrısal bakış açısıyla kaleme alınmış gibi görünüyor.

Kitaptaki bütün kadınların öykülerini bilen, seslerini tanıyan bu anlatıcı bize Vildan ile Selim’in aşkını anlatırken diğer öykü kişileriyle kesişen hayatlarına şahitlik ederiz.

Vildan Mühendistir ama hayatın amelesi. Çocukluklarından beri Selim’le severler birbirleri ancak başka insanlarla evlenirler. Sonra boşanıp, tam yirmi bir yıl sonra birbirlerini tekrar bulurlar.

Çağdaş edebiyat okumaları yapmayı seviyorsanız Geçecek Zaman Kitabına Kısa Bir Bakış adlı yazımı da okuyabilirsiniz.

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler