Türk Edebiyatının Okunması Gereken En Akıcı 5 Seri Kitabı

Yazıldıkları dönemleri ve ele aldıkları konuları büyük bir ustalıkla anlatan beş yazarımızın seri şeklinde yazdıkları kitaplardan genel hatlarıyla kısaca bahsettiğim bu yazıda edindiğim amaç, hangi kitap serisini okuması gerektiğini düşünen sizlerin ilgisini çekip, bu kitapları okumanız ve kitaplığınızda onlara yer açmanızı sağlayabilmektir. İyi okumalar…

1. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Nehir Romanı

Nehir roman; bir kişinin, bir ailenin ya da bir topluluğun, belirli bir zaman dilimi içindeki yaşayış dönemlerini ciltler halinde anlatan romanlardır. Türk edebiyatında bu türün öncü örneklerinden Tanpınar’ın Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur romanları arasında böyle bir ilişki vardır. Bu üç roman İstanbul’da yaşayan nüfuzlu bir ailenin farklı dönemlerinde yaşayan bireylerini ele alır. Bireyleri ele alırken de dönemin İstanbul’unun toplumsal koşullarını, Türkiye’nin modernleşme ve “zamanı yakalama” çabasını, Doğu – Batı sorununu, Doğu ile Batı arasında kalmış insanların yaşadığı buhranları, aşk, sonsuzluk, müzik gibi temaları teker teker gündeme getirir.

Edebi, yoğun bir dil kullanan, dilin sanatsal değerine büyük önem veren Tanpınar, bu üç eserde de klasik bir şekilde olaylar anlatan roman yazmamıştır. Nehir romanı oluşturan parçaların tümünde; gözlemler, tespitler, düşünceler, karakterlerin iç dünyası ve psikolojik analizleri, olaylara göre ön plandadır.

İlk roman olan Mahur Beste’de Tanzimat ve Abdülhamid Döneminde yaşamakta olan Behçet Bey’i konu alır. Kitap bize dağınık şekilde Behçet Bey’i ve yaşadığı olayları anlatır. Karısına kıyasla çirkince bir adam olan Behçet Bey’in kendini hep eksik hissetmesi sebebiyle mutsuz ve sevgisiz bir evliliği vardır. Eşi Atiye Hanım’ın kısa ömrü de bu mutsuz evlilikte yalnız yaşayan Behçet Bey’in tümden yalnızlaşmasına sebebiyet verir. Bu şekilde Behçet Bey’i çok da yakından olmasa da yakından anlatan bu kitap, onun dönemini de yansıtır. Tanzimat ve II. Meşrutiyet yıllarında İstanbul’da yaşayan farklı kişilerin hayatlarından bize sahneler sunar. Bu şekilde o dönemin İstanbul’una daha yakından bakma fırsatı elde ederiz.

Kitaba adını veren Mahur Beste ise ailenin saygıdeğer büyüklerinden olan Talat Bey’in, Mısırlı bir askere aşık olup karısının kendisini terk etmesiyle besteleyerek hüznünü anlattığı parçadır. Ailenin ortak mirası olan müzik ve aşktan yana yüzlerinin gülmemesi diğer kitaplarda da bolca karşımıza çıkacaktır.

Fakat yüzüme iyi bak ve şark’ı gör. Şark’ı, bizim şark’ımızı bulsam bu yüzde mi olurum? Benim yüzüm senin yüzün, babalarımızın yüzü. Yani hayatları tam olmayanların yüzü… ( Tanpınar, Mahur Beste, 1944, s. 92 )

Elinde kamerasıyla Tanpınar.

Yayım yılı olarak en son yayımlanan ama konu edindiği yıllar bakımından serinin ikinci kitabı olan Sahne’nin Dışındakiler, Türk kadınının modernleşme sürecini anlatırken işgal dönemini de bize yansıtmaktadır. 1920 yılından başlayan bu kitabın ana kahramanı Cemal eğitimi için akrabası Mahur Beste’nin kahramanı Behçet Bey’in evine gidecektir. Çocukluk anılarıyla kıyaslayarak bolca resmettiği işgal öncesi ve sonrası İstanbul’un ne kadar değiştiğini gözlemleriz. Cemal, Sabiha ve İhsan Bey üzerinden dönen, aşklar, direnişler, hüzünler ve Milli Mücadele dönemiyle öne çıkan kitap benim açımdan serinin en sevdiğim kitabıdır.

Kendi kendime düşünüyordum. Dünyada başka mesut milletler de vardı. Onların bizim yaşlardaki gençleri, hiç de bizim bu anda olduğumuz gibi bir “olmak ve olmamak” meselesiyle meşgul değildiler. Onlar aşkı, sporu düşünüyorlar, yaşlarının tabiî iştiyakları ve meseleleriyle meşgul oluyorlar, kurulmuş bir hayatın imkânlarından istifade ederek çalışıyorlardı. Biz ise el parçası kadar bırakılmış, çok harap bir vatanda yaşamak imkânlarını düşünüyorduk. ( Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, 1950, s.152 )

Serinin sonuncusu olan Huzur ise, adının aksine var olmaya çalışan ama sonunda her biri kaybeden huzursuz bireylerin romanıdır. Mümtaz, Suat ve Nuran’ın aşk üçlemesi üzerinden derinlemesine hissettiğimiz tüm huzursuzluğun aksine arka planda Tanpınar’ın o güzel İstanbul’u ile öne çıkar. Yansıttığı dönem ise İkinci Dünya Savaşı’nın her an patlayacak olması korkusuyla tetikte bekleyen, Cumhuriyet sonrası kültürü ret ya da kabul ikilemleri yaşayan Türkiye’dir.

Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı. Yaşamak… (Tanpınar, Huzur, 1948, s.245)

Huzur’un kahramanlarından olan Suat’ın mektubunu konu edinen Suat’ın Mektubu ise Tanpınar’ın tamamlamaya fırsat bulamadığı bir ek kitaptır. Suat’ın intiharını açıklayan bu kitabı, Huzur sevenlerinin okumasını tavsiye ederim.

Görüyorsun ya Mümtaz, bir felâket, yahut herhangi bir hadise nasıl adım adım hazırlanıyor; insan ihtiyarîden sakınılmaza doğru adım adım ve çok mantıki bir yürüyüşle gidiyor. Başta yüzde yüz hürsün; ikinci adımda bu hürriyet bir parça azalıyor, üçüncü, dördüncü adımda biraz daha… Sonra biraz daha azalıyor, ve nihayet işte istemez yürüyeceğin tek bir yol kalıyor, iradenin şiddetli bir aksülameliyle dönersen ne âlâ… Fakat unutma ki bir kere buraya geldin mi her şey neticeye doğru dolu dizgin yürümen içindir artık. Bütün yardımlar, etrafın her kımıldanışı seni oraya doğru iter. O zaman her şey bir ruhi âmil hâline gelir. ( Tanpınar, Suat’ın Mektubu, 2017, s.28 )

Tanpınar’la baş başa…

2. Adalet Ağaoğlu – Dar Zamanlar

Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi ve Hayır isimli 3 kitaptan oluşan bu seri feminizm, dönemlerinin siyasi perspektifi, aşklar, yalnızlık, intihar ve yabancılaşma temaları üzerine işlenmiştir. Üç kitap da postmodernist bakışla yazılmış ve kahramanlar anlarından, içsel sorgulamalar ve monologlarla geçirdikleri yaşamlarına bakmaktadır.

İlk kitap olan Ölmeye Yatmak, bir otel odasına gidip soyunarak ölmeye yatan Aysel’i konu edinir. Bu yatış ile hayatını gözden geçirmeye başlayan Aysel, kendisiyle hesaplaşmaya başlar. Bu geçmişe dönüşlerde sadece Aysel’in değil diğer karakterlerin de kendileriyle hesaplaşmalarına tanık oluruz. Genelde 30 yıllık süreci anlatan ama şimdiki anı bir buçuk saatten ibaret olan bu kitap okurlarına birçok şey hissettirecektir.

Her şey yolunda görünüyordu. Artık öyle görünmemeli. Otuz yılda hiçbir yere gelinmemişse, bir başkaldırı mutlak olmalı. Bu hiçlik de yaşanmalı. Bir boşluğa olanca hızla düşülmeli. Bu düşüş gerçek yüzünü göstermeli. Bir düşüş yokmuş gibi yaşanılamaz. Düşülen yerden yıldızlar seyredilemez. ( Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, 1973, s.114 )

İkinci kitap olan Bir Düğün Gecesi ise, Aysel’in yer almadığı abisinin kızı Ayşen’in düğünün konu edinir. Eserde düğünde bulunan tüm akrabaların konuşmalarından 70’ler döneminin (12 Mart Muhtırası) siyasi bakış açıları anlatılır. Kitabın baş rollerinden Tezel Aysel’in kız kardeşiyken, Ömer ise eşidir. Kitap Ömer ve Tezel üzerinden gidip gelmektedir. Tezel ve Ömer düğün gecesi sürekli içerken, kendilerinden kopan Aysel’i arayış umuduyla hayatlarını sorgulayıp durmaktadırlar.

Tezel, neden eskisi gibi konuşamaz olduk biz? Konuşursak neden anlaşamaz olduk? Hiçbir sözün sonunu birbirimizi kırmadan getiremez olduk, neden? ( Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi, 1979, s.25 )

Son kitap olan Hayır’da Aysel yaşlanmıştır artık. Aysel’in etrafındakilerle diyaloğu ve iç hesaplaşmalarıyla ilerleyen kitapta diğer karakterlerin ne durumda olduğu görme fırsatı elde ederiz. Bu şekilde diğer iki eserden yansımalar ortaya çıkacaktır. Bu kitapta da diğerlerinde olduğu gibi odak bir olay ya da olaylar bütünü değil iç hesaplaşmalar ve hislerdir.

Kimse kendine kalmıyor, kendinin efendisi olamıyor. Her şey darbelere, yarışmalara, ödüllere göre. Cehennem başkaları değil. ( Ağaoğlu, Hayır, 1987, s.260 )

Ağaoğlu’nun kaleminden geçen bu kitapları hem dönemine hem de bireylerin duygu ve düşünce dünyasına yaptığı açıklamalar için mutlaka okumanız gerektiğini düşünmekteyim.

Adalet Ağaoğlu

3. Yaşar Kemal – İnce Memed 1-2-3-4

Dört Ciltten oluşan bu eserde Cumhuriyet’in ilk yıllarında ağalar, bürokratlar, beyler tarafından ezilen fakir köylülerin yaşamları anlatılmaktadır. Yaşar Kemal zulümler karşısında Çukurova halkının kahramanı olacak olan İnce Memed’i çocukluğundan başlayarak anlatmaya başlar.

Çocuk yaşta babasız kalan Memed bu yüzden Abdi Ağa’nın tarlasını sürmeye başlar. Yaşadıklarına dayanamadığı bir gün anasını terk etmeyi göze alarak başka bir köye kaçar. Ne yazık ki bu saklanma uzun sürmez ve yakalanır. Zorla köyüne götürülen Memed ve anası için Abdi Ağa’nın cezası o kışı aç geçirmeleri olacaktır. Açlıkla sınanan Memed bir de sevdasıyla sınanacaktır. Sevgilisi Hatçe’yi Abdi Ağa’nın yeğeniyle nişanlayacaklardır. Buna göz yummayacak olan Memed Hatçe’yi kaçırır. Ancak yakalanırlar ve o da son çare olarak Abdi Ağa’nın yeğenini oracıkta öldürür. İnce Memed bu hareketiyle devlet nazarında bir kanun kaçağıdır artık.

Kanun kaçağı olduğu için dağlara çıkıp eşkıya olan İnce Memed artık köylüleri için savaşmaya başlar. Onun bu mücadelesi dört kitapla uzun uzun anlatılır. Halkı halka anlatan, oldukça sürükleyici olan bu seri kitaplığınızda kesinlikle yer almalıdır. Umarım benim kadar severek okursunuz.

İnsan canı bu kadar alçalmaya değer miydi? Ne pahasına olursa olsun insan yaşamını sürdürmeli miydi? Sıtmalar, hastalıklar, zulümler, buyruklar, açlıklar, yoksulluklar insan soyunun yaşama direncini kırmamış, insanoğlu kıyımlardan, aşağılamalardan, sakatlıklardan, kırımlardan sonra bile yaşamını sürdürmüştü. Bu korkunç güç, bu sonsuz direnç, bu yaşamak için katlanılan en aşağılık durumlar neydi, ne içindi? ( Yaşar Kemal, İnce Memed 3, 1984, s.15 )

Fotoğraflarla Yaşar Kemal

4. Murathan Mungan – Mezopotamya Üçlemesi

Murathan Mungan tarafından kaleme alınan bu oyun üç serilik Mahmud ile Yezida, Taziye ve Geyikler Lanetler isimli kitaplardan oluşmaktadır. Doğu kültürünün baskın olarak ele alındığı bu oyunların ortak özelliği töreleri eleştirmek üzere temellendirilmesidir. Gelenekler, yerleşmiş inanışlar, kabuğundan çıkamayan aileler, feodalite benzeri yapılaşma ve yasak aşklar… Bu temalar üzerinden ilerleyen bu oyun serisi sadece kitap olarak kalmamış, ve ilk yayımlanışlarından bugüneyurt içi ve yurt dışında pek çok amatör ve profesyonel tiyatro grupları tarafından sahnelenmiştir.

İlk oyun olan Mahmud ile Yezida, Müslüman olan Mamud ile Yezidi olan Yezida arasında töre engeline takılan imkânsız aşkı anlatır. Dinsel ve kültürel açıdan farklılıkları olan iki gencin, kendilerini kuşatan töreye aşk dilinden başkaldırışlarının ölümle sonuçlanması, eserin temel sorununa dönüştürülür. Bu iki aşığın arasındaki engeller sadece dini ve kültürel değildir. Ekonomik ve politik engeller de onların sevdasına sürekli çelme takacaktır. Doğu’nun töreye olan bağlılığını ve bu bağlılığın insanlara verdiği zararı, bizi karakterlerle bütünleştirerek göstermektedir Mungan.

Yeneceğiz Yezida. Seninle birlikte olup yeneceğiz. Tek başıma benim de gücüm yetmez. Ama sen olursan yanımda, sevdan olursa, desteğin olursa. Tüm civarlar köylerden ağalar, beyler gelse de; İdil’den, Cizre’den, Midyat’tan kaymakamlar gelse de; Ankara’dan vekiller gelse de yeneriz Yezida. Her mâniyi aşarız, her güçlüğü yeneriz. Yeter ki bileklerimiz birleşe seninle… (Mungan, Mahmud ile Yezida, 1980, s.117)

İkinci oyun olan Taziye’de ise bu defa törenin kurbanı bir kadındır. Kendisinden büyük kocasını değil de, yaşıtı olan genci seven genç kadının töre tarafından ölümle cezalandırılmasını konu alır. Mungan’ın eleştiri oklarının hedefindeki konu törenin kadını yok sayan eril doğasıdır. Kin, intikam, kadın, ölüm üzerinden ilerleyen oyun, Doğu’ya yazıldığı dönem itibariyle ışık tutmaktadır.

HEJA AĞA – Aklım bir yanda, yüreğim bir yandadır Kevsa Aney.
KEVSA ANA – Akıl ile yürek bir araya gelmez oğul. Ya yürekten olursun, ya akıldan. Ve lakin akıl felaketin ortasında lazım olur insana. Al şu tabancayı Heja, ağalığın kutlu olsun! Erliğin kutlu olsun!
HEJA AĞA – Kulağımda anamın ninnileri, masalları…
BÜTÜN YAŞLILAR – Yerde öç vaktini bekleyen babanın kanı…
HEJA AĞA – Göğsünden emdiğim süt, daha ağzımın kıyısında kurumamıştır.
BÜTÜN YAŞLILAR – Babanın kanı toprağın üstünde daha kurumamıştır.
TÜFEKLİLER – Toprağın kan vakti geldi Heja. Toprağın da töresi vardır. Geciktirmeye gelmez. Babanın öcünü yerde koyan oğuldan bize ne ata olur, ne ağa Heja. Bunu iyice belleyesin. Biz ağamızdan gayrısına dizgin tutturmayan Tüfeklileriz. Aşiretimizin şerefine baş koyan yeminlileriz!
HEJA AĞA – Yüzüme kan seğirtir, alıcı kuşlar konar yüreğime. Lakin ödeyeceğim borcumu babama ve de aşiretime. And olsun ödeyeceğim! (Mungan, Taziye, 1982, s.52–53)

Murathan Mungan’ın Polonya – Wroclaw Yazar Buluşması Afişi

Son oyun olan ve daha kalabalık bir kadroyla karşımıza çıkan Geyikler Lanetler, bir kavmin dört kuşaklık öyküsünü anlatır. Ana konusu “geyiklerin lanetine uğramak” biçiminde özetlenebilecek bu eserinde Mungan, birkaç kuşağı çiftler üzerinden birleştirmek kaydıyla geçmişi, gelecek ve şimdi ile iç içe ele alır.

Oyunun başından sonuna kadar duyulan geyik sesi, karakterlerin, özellikle Kureyşa’nın günlük hayatına, düşlerine kadar etki eden bir tür lanet olarak varlığını her defasında hissettirir. Karakterlerin kaderi, bir göçer aşiret beyi olan Hazer Bey’in kasrın temelini atarken yaptığı yanlıştan dolayı, önceden belirlenmiş gibidir. İnsanların hayatının tümüne mal olacak bir huzursuzluk, oyun boyunca açık ya da örtük bir biçimde duyumsatılır. Oyunun mekânı olan kasrın üzerine inşa edildiği yer, geyiklerin asıl mekânıdır. Geyiklerin dinmeyen sesi, yurtlarından uzaklaşmış olmalarına duydukları isyanın, bir tür ilenmenin sesidir.

Geyikler, lanetler, spiritüel inanışlar ve kan dökme temelli, kısır bir döngüde yer alan hayatların yazgı olarak kabullenilişi oyunda baskın olarak görülür. Mungan bu oyununu, “biriktirdiğim her şeyi verdiğim bir yapıt” diyerek tanımlamıştır.

Başlarını döndürürdü kan kokusu
başkalarının acıları gözlerini sevinçle parlatır,
başkalarının uğradığı felaketlere
delimsirek kahkahalarla gülerlerdi
kötülüklerinin serpilip gelişmesi için
hem güçleri vardı, hem zekâları
gözüpek, küstah, saldırgan, atak, hırçın,
mağrur, kurnaz ve haindiler.
kötülükten yana zengindi hayal güçleri
Kıyıcıydılar
Zalimdiler
(Mungan, Geyikler Lanetler, 1992, s.128).

Sercan Sunmeyer objektifinden Murathan Mungan.

5. Alper Canıgüz – Bir Kamu Davası

“Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.”

Polisiye ve felsefeyi harmanlayarak karşımıza gelen Alper Canıgüz’ün bu serisi şimdilik üç kitaptan oluşmaktadır. İlk kitabı Oğullar ve Rencide Ruhlar 2004 yılında, Cehennem Çiçeği 2013, son kitap Kıyamet Park 2021 yılında yayımlanmıştır.

Alper Canıgüz’ün Alper’i, Albert Camus’nün de soyadı birleştirilerek 5 yaşındaki bir çocuğun varoluşsal sorgulamalarla dolu maceralarını anlatmaktadır. Alper Kamu fiziksel olarak 5 yaşında olsa da zihinsel olarak daha olgun bir çocuktur. Bu 5 yaşında ve uyumsuz çocuğun tek özelliği bunlar değildir. Bir de üstüne çok meraklı olunca üç kitapta da bir cinayetin ortasına düşer ve kendini cinayet çözerken bulur. Üç kitabı da bu kadar ilgi çekici kılan salt 5 yaşında bir çocuğun yaptıkları değildir, aynı zamanda kitaplardaki mekanlarda yaşanan sistem çarpıklıkları, adalet mekanizmasındaki aksaklık, yönetim kadrolarında dönen yolsuzluk ve haksızlıklar, günlük yaşamın çarpık ilişkileri gibi toplumsal sorunlara dokunarak onları eleştirmesidir.

…çünkü ben Alper Kamu, gösterişli bir yalan, insanlığın kara yazgısına vurulmuş lanetli bir mühürden başka bir şey değilim.
Devinimin olduğu yerde ışık, ışığın olduğu yerde kaçınılmaz biçimde gölge vardır. Hayat ışıkla mümkünse de, hayatın anlamı gölgelerde saklı durur. Zamanın ölü doğmuş çocuklarını görürsünüz karaltıların içinde. Sözcükler, suskunluklar, şarkılar, ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, gözyaşları, sevinçler, hayal kırıklıkları ve yüzler… En çok da yüzler. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikayeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte bu yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür.
Gölgesini kaybeden insan, gölgenin kendisine dönüşür. ( Canıgüz, Alper, Cehennem Çiçeği, 2013 )

Eğlendiren, düşündüren, hüzünlendiren ve sorgulatan bu kitap serisini okumanızı tavsiye ederken çokça ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Herkese iyi okumalar dilerim…

Daha fazla kitap tavsiyesi almak istiyorsanız, yine sitemizde yer alan Yazar Adaylarının Okuması Gereken 12 Kitap adlı listemize de göz atmalısınız.

Sophie Bassouls’un objektifinden Alper Canıgüz
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler