Neden Rüya Görürüz? En Popüler 5 Rüya Teorisi

Sigmund Freud, Aristoteles ve Carl Jung gibi isimlerin yüzyıllardır üzerine düşündüğü, fakat yanıtı hala belirsizliğini koruyan “Neden rüya görürüz?” sorusuna bu yazıda birlikte değineceğiz.

Yüzyıllardır süregelen araştırmalara rağmen hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz rüya kavramı, kültürümüzde oldukça önemli bir yere sahip. Günlük hayatımızda yaşadığımız olayların rüyalarımızı etkilediği gibi rüyalarımız da günlük hayatımızı bir hayli etkiliyor.

Kimine göre geçmişin yansıması veya geleceğe dair bir mesaj anlamını taşırken, kimi anlamsız birer senaryo olduklarına inanıyor. Peki rüya görmemizin asıl sebebi nedir?

Neden Rüya Görürüz?

Rüyasında geçmiş yaşamını gördüğünü iddia edenlerden, başkalarının geleceğini görmek için rüyaya yatanlara kadar, rüyaların önemini vurgulayan birçok örnek ile karşılaşıyoruz. Buna rağmen bilim insanları, “Neden Rüya Görürüz?” sorusuna henüz net bir yanıt vermekte zorluk çekiyor.

En son yapılan araştırmalara göre, rüyaların tek bir teoriye dayanamayacak kadar karmaşık olduğu ve bu nedenle birçok teorinin kombinasyonu ile açıklanabileceği öne sürülüyor.

İşte bu konuya dair en popüler teoriler:

1. Bilinçaltına Açılan Kapı: Freud’un Psikanalitik Teorisi

Buluşlarıyla dünyaya hitap eden ünlü psikolog, yazar ve psikanalist Sigmund Freud‘a göre rüyalar, bireylerin bilinçaltında yatan arzu, düşünce ve dürtüleri temsil ediyor.

İnsanoğlunun davranış biçiminin altında yatan temel sebebin, özellikle agresif ve cinsel içgüdülerden kaynaklanan bastırılmış arzular olduğunu iddia eden bilim insanı, yazdığı “Düşlerin Yorumu” adlı kitabında rüyalar için “Üstesinden gelinmezse yolumuz cehennemdir” şeklinde bahsediyor.

“Bastırılmış isteklerin bilinçaltında yerine getirilmesi, her rüyanın altında yatan temel nedendir.” – Düşlerin Yorumu

Toplumun  sadece davranışlarımızı değil, düşüncelerimizi de kısıtlamaya ittiğini ve bu sebepten dolayı “düşüncesi bile yanlış” diye damgalanan isteklerin bilinçten bilinçaltına atıldığını ileri sürüyor.

Bu sayede en büyük korkumuzu, en derin tutkumuzu ve en saçma isteklerimizi utanmadan yerine getirebiliyoruz. – Düşlerin Yorumu

Freud bu eserinde rüyaları: içeriği açık rüyalar (direkt) ve gizli içerikli (sansürlenmiş) olmak üzere iki farklı kategoride inceliyor. İçeriği açık rüyaları, hatırlanan ve bir hikaye gibi yorumlanabilen rüyalar oluştururken, gizli içerikli rüyaları anlam verilemeyen ve sembollerle dolu rüyalar oluşturuyor.

Psikanaliz üzerine yapılan çalışmaları, her ne kadar psikoloji ve nöroloji dallarında önemli bir rol oynasa da Freud’un bu teorisini destekleyecek yeterli bilgiye henüz ulaşılabilmiş değil. Bu nedenden dolayı teorisi, rüya üzerine ortaya konmuş teoriler arasında en az bilimsel olanı olarak da biliniyor.

Sigmund Freud
Sigmund Freud

2. Tehdit-Simülasyon Teorisi: Revonsuo

Antti Revonsuo’nun, 2000 yılında ortaya koyduğu tehdit simülasyon teorisine göre rüyalar, aslında biyolojik birer savunma mekanizması olarak görev görüyor.

Evrim süresince insanın karşısına çıkabilecek çeşitli tehditler, ardı ardına rüyalar ile prova ediliyor ve bu sayede bilişsel mekanizmalar daha efektif bir şekilde tehditleri algılayabilir ve onlarla başa çıkabilir, üstesinden gelebilir ya da onlardan kaçınabilir hale geliyor. Bunun da insanların evrim sürecindeki başarısını arttırdığı öne sürülüyor.

Gelişim çağındaki çocuklar üzerinde yapılan deneylerle kanıtlanmış bu teorinin, temelinde Freud’un ilkelerini barındırdığını söyleyebiliriz. Kısaca Freud’un yorumuyla, insanoğlu doğası gereği duyduğu güven ihtiyacının eksikliğinde bu isteğini gidermeye çalışıyor.

3. Jung Psikolojisinde Rüya Nedir?

Rüya konusunda ileri koyduğu teori, bir akıl hocası olarak gördüğü Sigmund Freud’un düşüncelerinden pek farklı olmasa da Carl Jung‘a bu yazıda yer vermemek hakaret olurdu. Her ne kadar benzer fikirlere sahip olsalar da, Jung’un rüya üzerine yaptığı yorumlar tek bir farkla diğerlerinden ayrılıyor.

Freud’un hep yaptığı gibi geçmişe bakmak yerine Carl Jung, çalışmalarından derlenen “Rüyalar” kitabında; rüyalarımızın geleceğe dair bilgiler barındırdığını ve bu yüzden dikkatle incelenmesi gerektiğinden bahsediyor. İstek ve arzuların temelinde hayvani ve vahşi içgüdülerin olduğunu her fırsatta vurgulayan Freud yerine, olaylara daha ruhani açıdan bakması yönüyle, yine farklı bir tavır ortaya koyuyor.

Jung’a göre rüyalar kendimiz ve çevremiz arasında oluşan etkileşimin bir sonucu. Bilinç ve bilinçaltının gerçekleştirdiği bu iletişim sonucu hem ruh hem de karakter olarak büyüyor ve gelişiyoruz. Fakat başkalarının aksine o bu gelişimin yalnızca bireysel olabileceğine inanıyor. Özellikle rüya yorumlaması konusunda kişinin yalnızca kendi iç sesine kulak vermesi gerektiğini çalışmalarında belirtiyor. Bunun da ortaya koyduğu yedi arketip yoluyla mümkün olduğunu savunuyor.

Yedi Arketip - Carl Jung
7 Arketip – Carl Jung

Jung’un 7 Arketip Teorisi

  • Persona: Dış dünyaya karşı oluşturduğumuz “maske”. Kimi zaman rüyalarda korkuluk veya dilenci rolünde ortaya çıksa da, bizi temsil eden arketip.
  • Gölge: Kendimizde beğenmediğimiz ve reddettiğimiz özelliklerimiz. Bu özellikleri dış dünyadan saklamaya çalıştığımız için bu arketip, rüyalarda katil, avcı ve de sapkın rollerinde karşımıza çıkıyor. Her ne kadar görünüşü korkunç olsa da, Carl Jung’a göre rüyada gördüğümüz gölge rollerine kulak vermek kişinin ruhsal gelişimi için oldukça önemli.
  • Anima: Feminen(duygusal) ve maskülen(iddialı) kişiliğimiz. Kişi eğer rüyada kendini karşı cinsin özelliklerine bürünmüş halde görüyorsa bu, duygu veya özgüven eksikliğinin olduğunu belirtiyor.
  • Kutsal çocuk: Rüyada bebek/çocuk rolünde karşımıza çıkan bu arketip, masumluğu ve sahip olduğumuz tam potansiyeli simgelemekte.
  • Bilge yaşlı: Bir yol gösterici niteliği gören ve rüya boyunca verdiği öğütlerle bize yardımcı olan bilge yaşlı arketipi genelde; öğretmen, baba, doktor veya yüksek otoriteye sahip kişi rollerinde beliriyor.
  • Ulu anne: Ulu anne arketipi, geçmişte yaşadığımız travmalara göre iki ayrı fikri sembolize edebiliyor. Anne ve büyük anne rolünde pozitifliği sembolize ederken; cadı veya evsiz yaşlı kadın rolünde ortaya çıktığında cazibeyi, baskınlığı ve ölümü sembolize ediyor.
  • Hilebaz: Kişiye kendini ciddi alınmaya değer biri olmadığına ikna eden ve yanlış anlaşılma durumlarında ortaya çıkıp aşağılayıcı hareketlerde bulunan bu arketip, rüyalarda birden fazla şekilde karşımıza çıkıyor.

4. Aktivasyon-Sentez Teorisi: Hobson/McCarley

Rüyalar hakkında ilk modern teorilerden biri olan aktivasyon-sentez teorisi, bugün birçok rüya analisti ve bilim insanı tarafından kabul ediliyor. Freud’un, içinde hormonları ve davranış biçimlerini kapsadığı teorisinin aksine bu teorinin temelinde yatan açıklama oldukça basit. Beynimizin biz uyurken sebepsiz yere oluşan nöronal ateşlemeden (nöronlar arası iletişim) bir anlam çıkartmaya çalışması.

Vücudumuz, uyku durumunda olmasına rağmen hala çalışmaya devam ediyor. Başta beynimiz olmak üzere.

REM uyku durumunda beyindeki bazı devreler aktif hale geliyor ve beyin farklı bölümlerinde bu aktifliğin nedenini bulmaya çalışıyor. Bu nöronsal ateşlemenin belirli bir anlamı olmasa da beyin bir anlam çıkartmak için uğraşıyor.

Bu teoriye göre, gördüğümüz rüyalar bize çoğunlukla birbirinden bağımsız ve tuhaf geliyor çünkü beyin zarımız beynin diğer bölümlerinde devam eden faaliyetler sırasında oluşan sinyallerden bir hikaye oluşturmaya çalışıyor.

Diğer teorilere kıyasla biyolojik açıklaması en sağlam olan teori olmasına rağmen aktivasyon-sentez teorisi, rüyaların içeriğinin neye dayalı olduğu konusunda açıklama yapmakta yetersiz kalıyor.

Allan Hobson
Allan Hobson

5. Rüyaların Kraliçesi: Cartwright

Rosalind Cartwright, bir diğer adıyla rüyaların kraliçesi, rüyaların özellikle REM uyku evresinde ortaya çıkan duygu sindirimi oldukları hipotezini savunuyor. Uyku denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Cartwright, yazdığı kitapta günlük yaşadığımız olayların, sinir ve duygu durumumuzu etkilediğini, fakat hemen verilemeyen tepkilerin rüyalar ile yüzeye çıktığını belirtiyor.

“Bir rüya olarak deneyimlediğimiz şey, beynimizin yakın zamanda, duygu uyandıran olayları, uzun süreli bellekte depolanmış olan diğer benzer deneyimlerle eşleştirme çabasının sonucudur. Bu uykuyla ilgili eşleştirme sürecinin bir amacı, benzer bellek deneyimlerini bir araya getirmek ve ertesi gün ruh halimizi ve davranışlarımızı bozabilecek bu duyguları etkisiz hale getirmektir. Genellikle bilinçli olarak görülmeyen duygusal yön, uykunun bilinçli olmayan zihinsel aktivitesini yönlendirir.” – The Twenty-four Hour Mind

Bu yazımızda “Neden rüya görürüz?” sorusuna verilen en ünlü cevapları inceledik. Derlediğimiz teorilerin her ne kadar temeli sağlam olsa da, rüyaların gerçek anlamı hakkında her gün bir başka fikir ortaya atılıyor. Rüyaları sadece neden gördüğümüz değil, ne türde ve nasıl gördüğümüz de akılları kurcalıyor. Kabus, karabasan ve Lüsid rüya gibi nedenini henüz açıklayamadığımız daha bir çok alt başlık var.

Rüya konusunda merakını gideremeyenler için, yaptığı çalışmaların ardında yatan nedenleri açıkladığımız “Sigmund Freud Kimdir? Fikir Hayatı ve Karakteri Üzerine” adlı yazımıza da göz atabilirsiniz.

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler