Davranışçılık kuramı ve öğrenme üzerine detaylı bir inceleme. Klasik koşullanmanın tanımı ve John B. Watson ve Küçük Albert deneyi hakkında bilinmeyenlere değindik.
20.yüzyılın başlarında öğrenme ilkelerinin neler olduğu ve nasıl yapılandığı merak edilmiştir. Davranışçılık kuramının gelişmesiyle birlikte öğrenme konusu çeşitli araştırmalara konu olmuş ve psikoloji tarihi boyunca çeşitli öğrenme türleri keşfedilmiştir.
Bunların arasında klasik koşullanma olarak adlandırılan öğrenme şekli ise davranışçılığın temellerini attı. Bu yazımızda, davranışçılık kuramının öğrenmeyi nasıl ele aldığına, klasik koşullanmanın tanımına ve ünlü Küçük Albert deneyi hakkındaki detaylara değineceğiz.
John Broadus Watson’un bilim dünyasında polemik yaratan Küçük Albert deneyi klasik koşullanmanın insan davranışları üzerindeki etkisini görmek adına yapılan ilk araştırmalardan biridir. Ancak etik kurallar dışında gerçekleştirilmesi büyük bir sorundur. Basit klasik koşullanma kavramı temelinde gerçekleştirilen bu deney aslında o kadar da masum değildir.
İçerik Başlıkları
Davranışçılık Kuramı ve Öğrenme
Davranışçılık, psikanalize alternatif olarak 1960’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Psikoloji bilimi için akademik alanda egemen paradigma haline gelmiştir. Psikanalizin aksine davranışçılık, deneysel yöntemleri tercih ettiği için bilimsel araştırmalardan ve laboratuvar ortamlarından gelen bir ekol olarak karşımıza çıkmaktadır.
Davranışçılık kuramı, zihinsel içeriğin ya da bilişsel süreçlerin yanı sıra davranışın kendisine odaklanır. İnsanın davranışlardan ve fizyolojik tepkilerden ibaret olduğunu savunur. Aynı zamanda davranışçılık, psikanalize bir tepki olarak ortaya çıktığı için, psikoloji biliminin gözlemlenebilir olanı ele alması gerektiğini vurgular.
Davranışçı kuramını savunanlar, tıpkı diğer bilimler gibi psikolojiyi de gözlemlenebilir ve deneysel açıdan ölçülebilir bir zemine oturtmayı amaçlamışlardır.

Bu dönemlerde ise psikolojinin ele aldığı temel konulardan biri öğrenmenin kendisi olmuştur. Davranışçılık kuramı da bu konu üzerinde oldukça detaylı bir şekilde bilgiler elde etmeye çalışmıştır. Öğrenme konusunu sadece davranışlar üzerinden ele almıştır. Davranışçılar, bu sürece dahil olan düşünce ve duygu bileşenlerini göz ardı etmişlerdir.
Her insanın aslında aynı olduğunu, çevre ile etkileşimi sonucu şekillendiğini öne sürmüş ve doğru bir yönlendirme ile kusursuz olabileceğini savunmuşlardır. Öğrenmenin kendi içinde kuralları olduğu için bu konunun bilimsel açıdan ele alınması ve bu kuralların ortaya çıkarılması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
Davranışçılık’ta Öğrenme Kavramı Nedir?
Öğrenme insan doğasının içinde yer alan bir deneyimdir. Öğrenme kavramının evrensel bir tanımını elde etmek zordur. Davranışsal ve bilişsel mekanizmalar üzerinde meydana gelen bir değişim olarak açıklanabilir. Aktif bir süreç olan öğrenme, deneyimlerimizi, sohbetlerimizi ve çevremizdeki objeleri ilişkilendirmemize yardımcı olur.

Öğrenmenin gerçekleştiğine dair kanıt olarak davranışta veya düşüncede bir değişim meydana gelir. Oysa davranışçılık akımında öğrenme konusu sadece davranışlar üzerinden ele alınmış ve zihinsel fenomenler gözlemlenebilir olmadıkları için göz ardı edilmişlerdir.
Davranışçılık alanında ortaya konan bilimsel çalışmaların en önemli özelliği öğrenme ilkelerinin deneysel olarak test edilebilir olmasıydı. Ancak davranışçılık kuramının, soyut düşünce kavramını bile davranış boyutunda açıklamaya çalışması bu kuramı oldukça uç bir noktaya taşımıştır.
Klasik Koşullanmanın Tanımı
Davranışları çevre ile uyumlu hale getirebilmek için olayları tahmin edebilmemiz gerekir. Bu sayede, davranışlarımızı çevresel koşullara adapte edebilir ve etrafımızdaki uyaranlarla koordineli hareket edebiliriz. Düşünsenize, bir yemeğin ne kadar sürede hazır olacağını ya da mağazaların ne zaman açılacağını tahmin edememek işlerinizi ne kadar zorlaştırırdı.
İşte tam olarak klasik koşullanmanın arkasında yatan mekanizma bu şekilde işler. Bir organizmanın etrafındaki uyaranlarla arasındaki ilişkiyi öğrenmesine klasik koşullanma denir.
Bir başka deyişle, kişide doğal olarak etkisi bulunmayan bir uyaranın, başka bir uyaranla zaman içinde eşlendirilmesidir. Klasik koşullanma, uyaranlar arası bağlantının kurulmasıyla ortaya çıkan bir öğrenmedir.

Klasik koşullanmanın temellerini öğrenmemize Rus fizyolog, Ivan Petroviç Pavlov’un deneyi fazlasıyla yardımcı olmuştur. Köpek fizyolojisi üzerinde çalışan Pavlov, psikoloji tarihinde ilk kez bir davranışın ortaya çıkma sebebine ilişkin bilimsel bir açıklama sunmuştur.
Çalışmasında ele aldığı davranış (köpeğin salyasının akması) refleksif bir tepki olsa dahi bilimsel araştırmalar için son derece önemli ve ufuk açıcı olmuştur. Pavlovyen klasik koşullanma daha sonra tarih boyunca çeşitli bilim insanları tarafından ele alınmış ve davranışçılık akımının temellerini oluşturmuştur.
John Broadus Watson Kimdir?
John Broadus Watson, 1878 yılında Amerika’nın Güney Karolina bölgesinde dünyaya gelmiştir. Amerikalı psikolog Watson ağırlıklı olarak akademik alanda kariyer yapmış ve çalışma alanlarını insan davranışlarının çevre ile etkileşimi üzerine odaklamıştır.
Davranışçılık akımının ABD’deki öncülerindendir. Watson davranışçılık ekolüne yaptığı katkılarla tanınmaktadır.

Psikoloji biliminin o dönemlerde amacı, davranışı öngörebilme ve kontrol edebilme üzerine kurulmuştur. Bu nihai hedef doğrultusunda, davranışçılık kuramı gelişmeye devam etmiştir. Watson’a göre psikoloji bilişsel süreçler ve zihinsel fenomenler gibi gözlemlenemeyen olaylara yer vermemeliydi.
Bu düşüncesini sunmak için 1913’te davranışçı manifesto (Psychology as a Behaviorist Views It) olarak adlandırılan bir yazı yayınladı. Bu yazısında, psikolojinin insan davranışını araştıran bir bilim dalı olduğundan bahsetti. Davranışları anlamlandırmak için hayvanlarla laboratuvar koşullarında nasıl çalışılıyorsa, insan davranışları için de bilimsel bir yöntem olması gerektiğini savundu.
John B. Watson, insan davranışlarının en çok etkileyen faktörün çevresel etmenler olduğunu savundu. Çevrenin ne denli önemli olduğunu vurgulamak için Watson şu şekilde bir açıklama yapmıştır:
Bana bir düzine sağlıklı bebek verin, kendi özel davranışçı yöntemlerimle onları yetiştirerek, başka bir şeye gereksinim duymaksızın onları doktor, avukat, sanatçı, esnaf, hatta dilenci veya hırsız yapabilirim.
Pavlov’un bilimsel bir disiplin olarak oluşturduğu davranış biliminin geliştirilmesinde büyük rol oynadı. Davranışçılık ekolünde ses uyandıran deneyler yürüttü. Pavlovyen klasik koşullanmanın sadece hayvan öğrenmelerinde geçerli olmadığını gösterdi. Psikoloji tarihinde tartışmalara sebep olan Küçük Albert adlı deneyi ile klasik şartlanmanın insanlarda da oluşabileceğini deney ortamında ortaya koydu.
John B. Watson ve Küçük Albert Deneyi
Pavlov, klasik koşullanmanın hayvanlar üzerinde geçerli olduğunu göstermişti. Ancak klasik koşullanmanın insanlar üzerindeki etkisi henüz çalışılmamıştı. İşte tam bu noktada, Watson ve asistanı Rosalie Rainer Küçük Albert deneyi ile merak edileni araştırmaya başladı.
Watson, 1920 yılında klasik koşullanma prensiplerini kullanarak fobik tepkileri açıklamaya çalıştı. Küçük Albert adı verilen deneyi ile klasik koşullanmanın insan öğrenmelerinde de geçerli olduğunu deneysel olarak gösterdi.
Deneyin başlangıcından önce, Watson ve asistanı Rainer 9 aylık sağlıklı bir bebek olan Albert ile tanıştılar. Neredeyse hiçbir şeyden korkmayan bu küçük çocuk sadece yüksek seslerden ürküyordu. Watson, Albert’in annesinden izin alabildiği andan itibaren klasik koşullanmayı kullanarak çocukta korku yaratabilmek üzere çalışmalara başladı.
Watson öncelikle Küçük Albert’in çeşitli uyaranlar karşısındaki tepkisini ölçtü. Albert’e beyaz bir deney faresi, bir tavşan, maymun ve birbirinden farklı maskeler gösterdi. Ancak Küçük Albert gösterilen uyaranlara karşı herhangi bir korku tepkisi sergilememişti.
Albert’in arkasında duran demir bir çubuğa vurulan çekiç darbelerinin çıkardığı ses ise küçük çocuk için bir korku kaynağıydı. Aniden çıkan bu yüksek ses Küçük Albert için oldukça korkutucu olmuştu.

Beyaz ve tüylü nesnelere karşı herhangi bir korkusu olmayan Küçük Albert, 11 aylık olduğunda deney prosedürleri devreye girmeye başlamıştı. Albert beyaz fare ile karşılaştığı an saniyeler içinde arkadan yüksek bir ses veriliyordu.
Küçük Albert, belli bir süre sonra beyaz fare ve çekiç darbesiyle çıkan sesi ilişkilendirmeye başladı. Şartlanma gerçekleşmişti. Albert artık beyaz fareyi gördüğü zaman ses olmaksızın ağlamaya başlıyor ve kaçmaya çalışıyordu.
Birkaç gün sonra Watson ve Rainer, Küçük Albert’in beyaz fare ile ortak karakteristik özelliklere sahip diğer nesnelere karşı korku mekanizması geliştirdiğini fark ettiler. Albert ailesinin köpeğine, kürklü bir paltoya, pamuklu bir kumaşa karşı da korku tepkileri vermeye başlamıştı.
Watson’un elde ettiği bu bulgu daha sonra uyaran genellemesi olarak adlandırıldı. Uyaran genellemesi, kişinin koşullandığı uyaranlara benzer olan diğer uyaranlar karşısında da benzer tepki vermesidir.

Birkaç hafta sonra Küçük Albert’in korku tepkisi azalmaya başlasa dahi etkileri hala gözlemlenebilir düzeyde kalmıştı. Bir ay sonra bile beyaz fare ve ses arasında kurduğu ilişki tekrarlandığı anda korku tepkisi aynı yoğunlukta karşılarına çıkmaktaydı. Aylar sonra ise Küçük Albert’in annesi, Albert’i artık deney ortamına sokmamaya karar vermişti. Böylece Watson ve Rainer durumu tersine çevirmek için artık çok geç kalmıştı.
Küçük Albert Deneyi ve Kritik Değerlendirmesi
- Deney sadece bir denek etrafında şekillenmiştir. Bundan dolayı, elde edilen sonuçlar herkes için genellenebilir durumda değildir.
- Küçük Albert doğduğu günden itibaren kendisinde korku yaratacak bir ortamda büyütülmemişti. Bu sebeple başka çocuklar belki de bu tarz bir durumda farklı tepkiler verebilirdi. Kısacası çalışmanın sonuçları sadece Küçük Albert’e özeldi.
- Bilişsel model açısından duruma yaklaşıldığında, davranışı düşüncelerden ve duygulardan bağımsız bir şekilde ele almak doğru değildir. Zihinsel süreçlerin mutlaka dahil edilmesi gerekir. İnsanların aynı ortamda benzer uyaranlara farklı tepkiler vermesi davranışçı kuramla açıklanamamaktadır.
- Küçük Albert deneyi, psikoloji biliminde etik kuralların belirlenmesinden önce gerçekleştirilmiştir. Bu deney etik anlamda ele alınırsa eğer bir uyarana karşı korku yaratmak psikolojik açıdan bireye zarar veren bir durumdur. Ayrıca Watson ve Rainer, Albert’in uyaranlar arasında kurduğu ilişkiyi ve fobik tepkilerini tersine çevirmemiştir.
Küçük Albert’in Gerçek Kimliği Nedir?
John B. Watson’un 1920 yılında tartışmalara sebep olan Küçük Albert deneyindeki bebeğin aslında kim olduğu ve deneyden sonra nasıl bir hayat sürdüğü merak edilen konular arasında yer almaktadır.
Watson’un ölmeden önce kişisel belgelerini yaktığı söylenmektedir. Bundan dolayı, Küçük Albert hakkında ipuçları elde etmek son derece zor olmuştur. Ancak Appalachian Devlet Üniversitesinde Psikoloji profesörü olan Hall P. Beck ve arkadaşları bu merak edilen sorulara cevap aramışlardır. Yaklaşık yedi yıl süren araştırma sürecinde, Beck ve arkadaşları tarihi arşivleri incelemiş, yüz tanımlama uzmanları ile iletişime geçmiştir.
Küçük Albert’in annesi deneyin yürütüldüğü zamanlar John Hopkins Üniversite kampüsünde yer alan Harriet Lane Hastanesinde süt annelik yapmaktaydı ve bebeğinin deneye her katılımı ile bir dolar almaktaydı.
Bu bilgiler ışığında John Hopkins Üniversitesi’nin arşivinde yer alan hastane kayıtları incelendiğinde o tarih aralığında çok az sayıda süt annenin görev aldığı öğrenildi.

Yapılan araştırmalar sonucu Arvilla Merritte adındaki süt annenin bir erkek çocuğu doğurduğunu ve isminin Douglas Merritte olduğunu buldular. Tıpkı Küçük Albert gibi Merritte’nin annesi de Harriet Lane hastanesinde süt annelik yapmıştı.
Merritte, Küçük Albert ile aynı tarihte doğmuştu ve aynı zamanda yüzüne ait özellikleri de Albert ile benzerlik göstermekteydi. Ancak Merritte’nin oğlu Douglas, altı yaşında hidrosefali hastalığı yüzünden yaşamını kaybetmişti.
Oysa ki Watson deneyinde yer alan Küçük Albert’in oldukça sağlıklı bir bebek olduğu belirtilmiştir. Bundan dolayı, Douglas Merritte’nin gerçekten Küçük Albert olup olmadığı hala kesin olarak bilinmemektedir.
Daha sonra 2014 yılında yayınlanan bir makalede ise Douglas Merritte’nin Albert olmadığı belirtilmiştir. Merritte yerine William Barger adında bir çocuğun küçük Albert ile aynı geçmişe ve özelliklere sahip olduğuna dair kanıtlar bulunmuştur.
William’ın aynı zamanda ikinci isminin Albert olduğu da ortaya çıkmıştır. Watson’ın üniversite rektörüne gönderdiği mektuplardan birinde Albert’ten bahsederken, Albert B. olarak bir tanımlama kullanıldığı bilinmektedir. Bu sebepten dolayı, soyadlarının baş harflerinin uyuşması da ayrıca bir kanıt olarak sunulmuştur.
John B. Watson, Küçük Albert deneyi ile psikoloji biliminin en tartışmalı bilim insanları arasında yerini aldı. Yürütmüş olduğu bu deney etik açıdan doğru bulunmadığı için yıllarca eleştirildi.
Her ne kadar insan davranışlarını laboratuvar ortamında bilimsel bir zemine oturtmak istese de uyguladığı yöntemler ne o zaman ne de bugün kabul edilebilir düzeyde olmadı. Klasik koşullanma ilkelerini uyguladığı Küçük Albert deneyi ile davranışçılık akımının radikal öncülerinden biri oldu.
Şanslıyız ki insanlarla yapılan deneyler artık etik kurallar çerçevesinde yürütülmektedir. İnsanların davranışsal ve bilişsel mekanizmalarını anlamak için kişinin kendisine zarar vermekten kaçınılmaktadır. Eğer Küçük Albert gibi bilim tarihinde popüler olan deneyleri merak ediyorsanız, sitemizden yer alan “Robert L. Fantz’in İzleme Deneyi” adlı yazımızı okumanızı tavsiye ederim.