Bu yazımızda çığır açan kuramlarıyla döneminde büyük ses getirmiş ve ruh biliminin günümüzde tartışılmaz efsanesi haline gelmiş Sigmund Freud’un hayatına doğru bir yolculuğa çıkacağız. Unutmayalım ki Freud, insan ruhunu bilimsel olarak araştıran ilk gerecin mimarıdır.
Sigmund Freud’un Hayatı
Sigmund Freud, 6 Mayıs 1856’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na ait küçük bir şehir olan Freiberg’in Mähren kasabasında doğmuştur. Freud orta halli bir Yahudi ailesinden gelmekteydi. Babasının ikinci evliliğinden doğan çocuklarının en büyüğü idi. Bundan dolayı kardeşler arasındaki yeri biraz sıra dışıydı çünkü doğduğu an da babasının ilk evliliğinden olan iki yetişkin ağabeyi vardı. Bunlar kendisinden yirmi yaş büyüktü, hatta içlerinden biri evliydi ve küçük bir oğlu vardı. Böylece Freud aynı zamanda dünyaya dayı olarak geldi. Bu küçük yeğen, çocukluğunun ilk yıllarında, daha sonra doğacak yedi tane kendi küçük kardeşi kadar önemli bir rol oynadı.
Freud’un babası yün tüccarıydı. Freud henüz üç yaşına gelmişken yaşadıkları ekonomik sıkıntılar nedeniyle Freiberg’den ayrılmaya karar verdi. Viyana’ya yerleşen aile, zor şartlar altında yaşamalarına rağmen Freud’un babasının ona iyi bir eğitim aldırmasına engel olamadı. Gerçi Freud şüphesiz çok yetenekli ve çalışkan bir öğrenciydi, henüz dokuz yaşındayken yüksek liseye kabul edildi, hep sınıf birincisi oldu. On yedi yaşında mezuniyet sınavını başarıyla geçti, ama henüz belli bir meslekte karar kılmamıştı. Freud daha önceleri birçok defa “bir doktorun konum ve faaliyetlerine çok fazla ilgi” duymadığını yazmıştır, ondan ziyade “insan davranışlarına ve doğal nesnelerin özüne dayanan bir öğrenme hırsı içinde olduğunu” dile getirmiştir. Amatör Psikanalizi kitabına yazdığı sonsöz kısmında ise şöyle demiştir:
Gençlik yıllarında ise dünyanın bilinmeyenlerini anlamak ve belki de çözümün bir parçası olabilmek için karşı konulmaz bir istek duydum.
Freud’un anlattığına göre, fen bilimleri dalındaki tercihini doğrudan doğruya etkileyen olay, Goethe ile ilgili ‘Doğa’ adlı ve popüler bilim konulu bir konuşmayı olgunluk sınavından hemen önce dinlemiş olmasıydı. Düşünüp taşındıktan sonra tercihini tıp öğreniminden yana kullandı. Böylelikle Freud on yedi yaşında, 1873 yılında Viyana Üniversitesi’nin tıp fakültesine kaydını yaptırdı.
Freud üniversitenin ilk bir kaç dönemi farklı alanlardaki derslere girdikten sonra dikkatini önce biyolojiye daha sonra da fizyolojiye çevirdi. Üniversitenin üçüncü yılında bir profesörün ona verdiği görevle birlikte yüzlerce yılanbalığına otopsi yaparak, yılanbalığının anatomisini çıkardı. Daha sonra Brücke’nin fizyoloji laboratuvarına gitti ve altı yıl boyunca da araştırmalarını sürdürdü. Bu süre zarfında merkezi sinir sisteminin anatomisi üzerine çalışmalar yapıp bunları paylaşmaya başladı. Fakat bir süre sonra bu çalışmaların ailesinin geçimine katkı sağlamaya yetmemesi nedeniyle mecburi bir iş değişikliği yapmak durumunda kaldı ve 1881 yılında tıp doktorası yapmaya karar verip bir süre sonra Brücke’nin laboratuvarından ayrılıp Viyana Devlet Hastanesi’nde göreve başladı. Bununla birlikte ailesinin geçimine destek olmak dışında kendisi de bir aile kurmak için ilk adımı atıp 1882 yazında Martha Bernays ile nişanlandı.
Freud’un kendisinin de dediği gibi çözümün bir parçası olmak adına, tıp dünyasında bilinir olmayı ve bir unvan kazanmayı amaçladı. Hastanenin farklı birimlerinde çalışmaya başladı fakat bir süre sonra beyin anatomisi ve nöropatoloji alanlarına yoğunlaştı. Freud 1885 yılında, kendine burs alıp yanına gitmek için hedef olarak koyduğu, Paris’in ünlü ve nüfuzlu doktorlarından nörolog ve psikiyatr Charcot’nun yanına gitmeyi başardı. Paris’te Charcot’nun Salpêtrière adlı ünlü sinir hastalıkları kliniğinde geçirdiği aylar Freud’un yaşantısında birtakım değişikliklere neden oldu. Charcot, Freud’un o döneme kadar yönelmediği bir alanda histeri ve hipnoz ile ilgilenmekteydi. Oysa Freud’un geldiği tıp çevresinde bu tip konular gayriciddi hatta neredeyse kaba saba bulunuyordu, ama bu durum Freud’un histeri ve hipnoz üzerine yoğunlaşmasına engel olmadı. Freud için bunlar ruhun araştırılmasının ilk adımlarıydı.
Freud 1886 yılında Viyana’ya döndüğünde önce sinir hastalıkları uzman hekimi olarak özel bir muayenehane açtıktan hemen sonra uzun zamandır ertelediği evliliğini de gerçekleştirdi. Fakat nöropatoloji alanındaki çalışmalarına hemen son vermedi ve yıllarca çocuklardaki beyin felci üzerine çalışmalar yaparak bu alanda bir otorite haline geldi.
Fakat nevrozun tedavisi onu fazlaca meşgul ediyordu. Bir süre elektroterapi ile başarısız deneyimler yaşadıktan sonra hipnozla telkin yöntemine yöneldi. Fakat bu da onu tatmin etmedi ve başka bir yöntemi denemeye yönlendi. Uzman doktor arkadaşı Josef Breuer’in yaklaşık on sene önce histeri hastası bir kızı tamamen yeni bir tedavi yöntemiyle iyileştirdiğini biliyordu. Breuer’i bu metodu tekrar gündeme alması için ikna etmeye çalıştı, kendisi de birkaç yeni vakada büyük bir başarı ile uyguladı. Bu yöntem, histerinin hastanın unuttuğu psikolojik bir travmanın ürünü olduğu varsayımına dayanıyordu.
Bir süre sonra Freud, bu yöntemin işleyişine bir takım eklemeler yapmaya başladı ve ister istemez Breuer ile yolları ayrıldı. Freud yoluna, ileride adına psikanaliz adını vereceği yapının teorik oluşumunu yapılandırmakla devam etti. Böylelikle bu yıldan yani 1895’den itibaren hayatının sonuna kadar Freud’un zihni bu oluşumu şekillendirmekle geçti.
Freud 1891’den kırk yedi yıl sonra Londra’ya göç edişine kadar ev ve muayenehane olarak hep Berggasse’deki aynı binayı kullanmıştır. Mutlu bir evliliği ve üç erkek üç de kız çocuğundan oluşan geniş ailesi vardı.
Freud’a tıp çevrelerindeki önyargılar sadece keşiflerinin içeriğinden kaynaklanmıyordu, en az onun kadar Viyana’nın günlük yaşamında hissedilen Yahudi düşmanlığı da mesleki kariyerini gölgeliyordu. Başlarda o dönem mektupla fikir alışverişi yaptığı ve önemli demeçlerini ilk ona yolladığı Fliess dışında Freud’u dışarıdan takdir eden azdı. Fakat bu durum, bundan yaklaşık on yıl sonra birkaç İsviçreli psikiyatrın onun görüşlerine katıldıklarını açıklamasından sonra, 1906’da tersine döndü. Bunların en önemlileri Zürih Psikiyatri Kliniği’nin yöneticisi ve onun asistanı Carl Gustav Jung idi. Onların katılmasıyla psikanalizin başlangıcı ve ilerlemesi sağlanmış oldu.
1908 yılında Salzburg’da ilk uluslararası psikanaliz toplantısı gerçekleşmiş, 1909 yılında ise konferans vermeleri için Freud ve Jung ABD’ye davet edilmiştir.
Freud’un kitapları ardı ardına diğer dillere çevrilmeye başlanmıştı ve dünyanın çeşitli yerlerinde psikanaliz uygulayan gruplar oluşmaya başladı. Yine de Freud’un öğretisinin kolayca kabul edilmesi yıllar aldı. Freud fikir ayrılıkları nedeniyle ilk önce Viyanalı en önemli yandaşlarından biri olan Alfred Adler ile daha sonra da Jung ile yolları ayrıldı.
Kısa bir süre sonra Freud hayatının en büyük trajedilerini ardı ardına yaşadı. Önce kızlarından birinin vefatı ve ardından yine en sevdiği yeğenlerinden birinin kaybıyla sarsıldı. Sonrasında hayatının son altı yılına eşlik edecek olan kanserle tanıştı. Fakat bu tüm bu kötü gelişmeler onun gözlemlerini sürdürmesini ve bunlardan sonuç çıkartmasına engel olamadı.
Tüm bu olanlardan sonra, kariyerinin başlarında istediği gibi artık tıp dünyasında herkesçe tanınan önemli bir isim olmuştur. Fakat yaşadığı süre boyunca hiçbir şey ona, 1936’da tam da sekseninci yaş gününe denk gelen “Royal Society”nin daimi yazar üyeleri arasına seçilmesi kadar büyük bir haz tattırmamıştır.
1938 yılında Hitler’in Avusturya’yı işgali sırasında Nazilerin acımasız zorbalıklarından kurtulabilmesini, nüfuzlu hayranlarına, dostlarına ve büyük şöhretine borçlu olduğu söylenir. Ancak yazıları için maalesef aynı şey geçerli olmamış, hepsine el konulup yakılmıştır.
Viyana’yı terk etmesi artık kaçınılmaz hale gelen Freud 1938 yılının haziran ayında aile üyelerinden birkaçı ile birlikte, bir yıl sonra 23 Eylül 1939’da vefat ettiği Londra’ya göç etmiştir.
Freud’un Karakteri ve Fikir Hayatı
Freud, aile ve arkadaş çevresine ait olmayan insanlara karşı ciddi fakat ölçülü ve kibardı. Genelde alaycı bir espri anlayışına sahipti. Aile bireylerine çok sevecen yaklaşırdı. Farklı ilgi alanları olan Freud, yurt dışına seyahat etmeyi, köyde tatil yapmayı, dağ tırmanışı yapmayı seviyordu. Sanata, arkeolojiye ve edebiyata çok meraklıydı. Freud çok okuyan biriydi ve sadece Almanca okumazdı. İngilizce ve Fransızcayı akıcı bir şekilde konuşup okuyor, İtalyanca ve İspanyolcayı da iyi biliyordu.
Çok iyi bir eğitim hayatı olan Freud, doğal olarak edebiyat ve sanat alanındaki ince zevki, kendi zamanın çok ötesindeydi ve ahlaki açıdan da liberal bir bakış açısına sahipti.
Freud, o zamana kadar normal bilincin reddettiği ruhsal gerçekleri tanımlayıp rüyaları bilimsel bir çıtaya çeken, erken çocukluktaki cinselliğin olgularını kabul eden, birincil düşünce süreci ile ikincil düşünce süreci arasındaki farkı anlayan ve bizi bilmediğimiz o ruhsal dünyaya yakınlaştıran sıra dışı biridir.
Yazdığı kitapları sadece okurken bile çoğu şeyi anlamakta zorlanırken Freud’un bunları düşünmüş ve uygulamış olması bile yeterince inanılmaz geliyor bazen. Freud’un hayatıyla ile ilgili daha fazla ayrıntı merak ediyor ve basit bir dille psikanalizi öğrenmek istiyorsanız, Sigmund Freud’un Amatör Psikanalizi adlı kitabını inceleyebilirsiniz. Ayrıca yazımızda Freud’un hayatına ait tüm ayrıntı ve bilgilerin kaynağı, zamanında Freud’un eserlerinin İngilizceye çevirmenliğini yapmış olan James Strachey’dir.
Psikoloji alanındaki konulara meraklıysanız yine web sitemizde yer alan Depresyon Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri adlı yazımıza da göz atabilirsiniz.