Diğer duyguların yönetiminde zorlanmayan beyin, konu aşk olunca biraz şaşırabiliyor. Farklı hormonların fazlaca salgılanmasıyla dengeler değişebiliyor. Bu yazımızda aşkın nörokimyasal yapılarının duyguları nasıl etkilediğini inceleyeceğiz.
Antropologlara göre aşkın hiç var olmadığı topluluk yoktur. Her zaman mutluluk uyandıran bir deneyim olmamasına rağmen aşk, çelişkileriyle, dengesizliğiyle, çöküşleriyle pek çok soruyu yüzyıllar boyunca beraberinde taşımış. Aşk iyidir, hoştur ama bağımlılık yapabilir. Bağımlılığa ulaşamama ise yoksunluk durumunu ortaya çıkarır ki sorunlar da bu noktada başlar. Antropolog Helen Fisher, “Neredeyse kimse, hayatı boyunca aşktan sağ çıkabilmiş değildir.” diyor. Belki de bu sebepten uygarlıkları, destanları tesiri altına alan aşk olgusu hakkında çalışmalar yaparak insanlığı aşkın kimyası ve beynin aşka verdiği tepki üzerine düşünmeye davet ediyor.
İçerik Başlıkları
- 1 Aşkın Beyin Kimyasalları: Nörokimyasal Yapıtaşlar
- 1.1 Kişiye Aşık Olduğunu Hissettiren Hormonlar Adrenalin ve Noradrenalin
- 1.2 Tutku ve Bağlılığın Hormonu Dopamin
- 1.3 Mutluluk Hormonu Serotonin
- 1.4 Sadakat Hormonu Vazopressin
- 1.5 Aşk ve Bağlılığın Hormonu Oksitosin
- 1.6 Cinsel Hazların Hormonu Östrojen ve Testosteron
- 1.7 Hastalıklardan Koruyan Bir Hormon Melatonin
Aşkın Beyin Kimyasalları: Nörokimyasal Yapıtaşlar
Aşk en karmaşık insan duygularından biri, bu yüzden net bir tanımı yoktur. Tek bir kuram ya da modelle de açıklanamaz. Aşkın iyileştirici ve bazı durumlarda hastalıklardan koruma özelliği vardır. Araştırmacılar beyindeki bazı biyokimyasalların aşkla ilişkili olduğunu buldular. Bu düşünce biçimine göre, aşık olma süreci genetik, hormonlar ve psikolojik deneyimler tarafından yönlendirilir. Bu faktörlerin bileşimi, doğru eşi bulmak için içsel bir rehberdir. Bu içsel rehberlere “aşk haritaları” denir. Farklı kimyasal uyaranlar, başkalarına karşı romantik etkilere neden olabilir.
Aşkın kişideki asıl etkisi, beyindeki hipotalamus bölgesinde salınan çeşitli kimyasalların etkisiyle vücutta meydana gelir. Fisher’a göre insanlar dopamin, oksitosin, vazopressin, testosteron ve östrojen, adrenalin ve noradrenalin, melatonin gibi hormonların karmaşık kimyası nedeniyle aşık olurlar. Kişi aşık olmaya başladığında hipotalamustan salgılanan kimyasallar beynin hipofiz adı verilen bölgesine mesaj iletir, hipofiz ise mesajı kendi hormonlarından hangisini ilgilendiriyorsa ona gönderir ve kan dolaşımını değiştirir.
Kişiye Aşık Olduğunu Hissettiren Hormonlar Adrenalin ve Noradrenalin
Noradrenalin (norepinefrin) beyinden salgılanan hormondur ve böbrek üstü bezlerinden salgılanan adrenalin (epinefrin) üretimini uyarır. Kişide belirgin olarak; avuç içinde terleme, kalp atışında hızlanma, göz bebeklerinde büyüme meydana getirir. Noradrenalin hormonu beynin dikkat ve çevreye yanıt verme ile ilgili bölümlerini etkiler. Aşık olan birinin zihnini kontrol edememesi ve toparlayamaması, sürekli dalgın olması ve çevreden gelen sorulara geç yanıt vermesi veya vermemesinin ana nedeni aşırı noradrenalin salınımıdır.
Adrenalin ile noradrenalinin birlikte salgılanması kalp atım hızı, depolardan glikoz salınımı ve iskelet kaslarına giden kan akımı artarak; “kaç ya da savaş” (flight or fight) yanıtının temelini oluşturur. Andrenalin ve noradrenalin sadece bir atom farklıdır ve biri olmadan diğeri işlevini göremez.
Tutku ve Bağlılığın Hormonu Dopamin
Dopamin hipotalamus tarafından salgılanır ve kişiye “iyi olma hissi” vermesiyle bilinir. Araştırmacılara göre dopamin hormonunun baskın olduğu kişiler; yenilikçi, meraklı, yaratıcı, liberal, iyimser, geniş perspektiften bakabilme ve çoğunlukla cömert kişilik özelliklerine sahip olurlar. Dopamin kişide keyif ve coşkuya neden olur. Vücutta dopamin hormonu ne kadar artarsa kişi o kadar ağır aşk belirtileri gösterir. Dopamin hormonunun etkisiyle aşık olunan kişiyi akıldan çıkarmak mümkün değildir. Çünkü gözle görülemeyen tutku ve bağlılık ağları örülmüştür.
Dopaminin fazla salgılanmasıyla kişi normale göre daha hareketli, daha neşeli, daha dağınık bir hal alır ve odaklanma problemi yaşamaya başlar. Kişide dopamin miktarı azalmaya başladıkça, aşktan uzaklaşma görülür. Bağımlılığın yoksunluğu durumu oluşur ve kişi depresyon sürecine sürüklenir. Aşık kişi bu güzel duyguları tekrar yaşamak, kaybettiği aşkı yeniden bulmak için çabalar.
Mutluluk Hormonu Serotonin
Genellikle serotonin hormonunun baskın kişiler; sakin, sosyal, vicdanlı, duyarlı, istikrarlı, realist, sadık, geleneksel yapılı, koruyucu ve çoğunlukla tedbirli kişilik özelliklerine sahip olurlar. Serotoninin yükselmesi kişinin ruhsal durumu düzeltir, daha neşeli ve daha keyifli olmasını sağlar. Kişi aşık olduğunda beyinde sadece kimyasalların artışı ve bazı alanların aşk öncesi sürece göre aktif hale gelmesi izlenmez. Oldukça basit denklem vardır, serotonin arttıkça da dopamin seviyesi düşer.
Serotonin temel olarak uyku ve iştahı düzene koyan bir nörokimyasaldır. Aşık kişinin uyuyamaması, yemeden içmeden kesilmesi serotonin hormonunun yükselmesindendir. En açık görüldüğü hastalıklardan biri obsesif kompulsif bozukluk (OKB), yani takıntı hastalığıdır. Neticede aşk da mantığın devre dışı kaldığı takıntı durumudur. Buna karşılık aşık olmanın depresyondan koruma yönü de vardır. Bu ikilemin sonuçlarını iyi düşünmek gerek.
Sadakat Hormonu Vazopressin
Hipotalamus’tan salgılanan vazopressin hormonu aşk sürecinde bolca salgılanır ve kanda bolca bulunur. Bağlanmada oksitosin kadar önemlidir. Ayrıca tek eşli ve uzun süreli ilişki isteme dürtüsünü de yönetir. Sosyal davranışı etkileyen, erkeklerde öbür erkeklere karşı saldırgan davranışı düzenler. Beyin sapı denilen bölgede, her iki hormon için de bol sayıda reseptör bulunur. Romantik birlikteliğin alevli dönemlerinde bol bol salgılanırken, partnerini aldatmaya karar verdiren hormondur.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden elde edilen sonuçlara göre; çok eşli memeli bir hayvanın, vazopressin hormon seviyesi yükseltildiğinde tek eşliliğe yöneldiği ve eşine bağlı kaldığı görülmüştür.
Aşk ve Bağlılığın Hormonu Oksitosin
Oksitosin hormonu esasında bağlanma ve sarılma hormonudur. Kişinin sevdiğine sürekli sarılma isteği, sarılmaya doyamama ve sarılınca sakinleşme duygusunu veren oksitosin hormonudur. Oksitosin en çok fiziksel yakınlaşma olduğunda salgılanır. Cinsel doyum ve orgazm sırasında fazlaca salgılanması çiftler arasındaki bağlılığın artmasında etkilidir.
Aşkın ilk dönemlerinde salınımı diğer hormonlara göre daha çok olan adrenalin ve dopamin zaman içerisinde azalır ve yerini oksitosine bırakır. Bu hormon çiftler arasında partnere sabitlenme ve sahiplenme gibi duyguları açığa çıkarır.
Cinsel Hazların Hormonu Östrojen ve Testosteron
Testosteron ve östrojen cinsel hazlardan sorumlu hormonlarıdır. Bu hormonlar ilk aşık olma anında da etkilidir. En çok ilişkilerde şehvet oluşmasında etkilidir. Testosteron kadınlarda az erkeklerde ise çok miktarda bulunur. Östrojen de kadınlarda fazla erkeklerde ise azdır. Her iki cinste de testosteron düzeyinin artması kişilerin karşıt cinse yönelmelerine neden olur. Testosteron hormonunun yüksek olması erkek cinsi davranış modeline ve çok eşliliğe sebep olan etkenlerdendir.
Hastalıklardan Koruyan Bir Hormon Melatonin
Aşık insanların kanında yüksek bulunan bir hormondur. Araştırmacılara göre; bu hormonun salgılanması genellikle karanlık odada uyurken artar ve kişinin bağışıklık sistemini güçlendirerek kişiyi hastalıklara karşı korur. Zaten bu özelliği nedeniyle kanser, stres, uykusuzluk gibi hastalıkların tedavisi için kullanılır. Aşıkken de bu hormon artar ve daha az hastalanmamıza neden olur. Aşk bittiğinde ise sürekli hasta olmamızın nedeni melatonin hormonudur. Uzmanlara göre melatonin hormonu tam bir kanser savardır. Bu düşünceye göre yıllarca kanser olmamak için boşuna tatsız tuzsuz şeyler yemişiz. Aşık olsak durum çözülecekmiş..
Aslında bütün hormonlar aşka hizmet eder. Tüm vücudun dengesini bir anda değiştirebilir. Aşık kişiye mutluluk verip, hastalıklardan korurken aşkın bitmesi durumunda ağır depresyonlar ve travmalar yaşayabilir. Bu yönüyle aşk hem şifadır hem de hastalık. Bütün bunlar düşünüldüğünde kendimizi aşkın mutluluğuna mı bırakmalıyız yoksa sonunun üzüntü olduğunun farkında olarak uzak mı durmalıyız? Bu sorunun cevabı partnerimize de bağlı. Sanırım doğru insanı bulup ömür boyu aşk ve sevgi ile kalmayı dilemek en iyimser davranış olacaktır.
Bu yazımızda “Aşkın Nörokimyası ve Duygulara Etkisi” konusunu inceledik. Eğer yazımız dikkatinizi çektiyse yine sitemizde yer alan “Ayna Nöronların İnsanlar Üzerindeki Etkisi” adlı yazıya da göz atabilirsiniz.