Kötülüğün Tarihi, Çekiciliği ve Sıradanlığı

Kötülük; insanlığın ilk zamanlarında korkulan, kaçınılan bir durumken zaman içerisinde çekici ve sıradan bir hal aldı. Peki bu nasıl oldu? Bu yazımızda kötülüğün tarihi, kötülüğün sıradanlığı ve kötülüğün çekiciliği üzerine bu soruları yanıtlayacağız.

Bazı insanlar neden bencilce kötülük yapar, başkalarına acı çektirecek kadar neden kötü karakterlidir? Zararsız bir böceği neden ezer ya da hayvanlara neden türlü türlü işkence ederek öldürürler?

Bütün bu sorular Delroy Paulhus’ın içimizdeki kötü kişiliği anlamak için yaptığı deneylerin ortaya çıkmasına neden olan sorulardan birkaçı.

Paulhus bazı insanların acı çektirmekten, kötülük yapmaktan neden zevk aldıklarını sorguluyor. Üstelik bu bazı insanlar bazen politikacılar, bazen devlet memurları hatta bazen de okul çocukları olabiliyordu. Paulhus sorularının cevabına önce narsistlerle başladı.

Bu gruptaki insanlar kendi değerlerini korumak için her türlü bencilliği ve kibri meşrulaştıran insanlardı. Sonra bu eğilimlerin amacına ulaşmak için her yolu meşru sayan manipülatif makyavelci kişilerin ve başkalarının duygularına karşı duyarsız psikopat özelliklere sahip insanların özellikleriyle bağlantısını inceledi. Bütün bunların birbirinden bağımsız olduğunu fakat bazen tesadüfi de olsa bir arada görülerek “Karanlık Üçlü” oluşturdukları sonucuna vardı.

Kötülüğün Tarihi

Dini açıdan insanlık tarihinin ilk kötülüğü Hz. Adem’in oğulları Habil ile Kabil arasında yaşandı. Kabil kıskançlığına yenik düştü ve kardeşi Habil’i öldürdü. Bilimsel olarak ise İngiliz psikolog Simon Baron-Cohen, “Kötülüğün İlmi” kitabında insan ırkının yüzyıllar boyunca diğer insan ve hayvanlara sergilediği kötülüğün kökenini empati eksikliğine bağlıyor.

Cohen’e göre kötülük, aşınmış empatinin bir sonucudur. Elbette ki insanların bu kadar kötülük yapmasının nedeni empati aşınması değildir. Empati aşınması beraberinde narsist kişilik, anti sosyal (psikopat) kişilik bozukları gibi durumları da beraberinde getirir.

Cohen ve arkadaşlarının empati ölçümü için geliştirdiği skalada; sıfır empatiye sahip kişiler (Cohen bu gruba sıfır-negatif insan grubu olarak tanımlıyor) zulmettikleri insanlara eşya muamelesi yapıyor ve adeta insani özelliklerini yok sayarmışçasına işkence yapıyorlar. Bu durumun en net örneklerinden biri şüphesiz Nazi kampında yaşanan zulümdür.

Milyonlarca insan, duyguları ve hisleri göz ardı edilerek kobay olarak kullanıldı, akla gelmeyecek işkencelere maruz kaldılar ve feci şekilde öldürüldüler. Bu kampların yapmayı hedeflediği şey insanları çeşitli zulümlerle öldürmek ve insanların onurlarını incitmek değil, bilimsel ve kontrollü şartlar altında insanları önemsizleştirme politikasındandı.

Nazi kampında işkence edilen Yahudiler

Jeffrey Burton Russel’in “Kötülüğün Tarihi” seri kitabında kötülük kavramını açıklarken en önemli figürün Şeytan olduğunu vurguluyor. Şeytan, her ne kadar metaforik bir kavram gibi görünse de korkunç olayları ve radikal kötülüğü betimlerken kullanılan sembollerin başında gelir.

Kötülüğün Tarihi kitabı 4 seriden oluşur ve her bir seri kötülüğü farklı ele alır. En dikkat çeken ilk kitap olan “Şeytan” antikiteden Yeni Ahit dönemine kadar doğu ve batıda insanların kötülüğüne dair ilginç bilgileri okuyucularına sunuyor.

Kötülüğün Çekiciliği

İyi, insanlar için ideal olandır ayrıca iyiye ulaşma çabası olumlu, olması gereken bir şey olarak değerlendirilir. Fakat iyilik ve iyi olma uzun süreli can sıkıcıdır, çekici olan kötülüktür. Onurlu, gururlu, hoşgörülü olmak gerekir, zordur, çaba ister ancak çekici gelen zalimlik, ahlaksızlık ve kötülüktür.

Birçok insan toplumsal etik değerlere dikkat edip iyi insan idealine uyabilmek için, içindeki var olan kötülüğü ve kötü olan şeyleri gizler, iyi ve iyi olan her şeyi meşrulaştırır. İnsanın kendi içindeki kötülüğü bastırması kişiyi masumlaştırmaz.

Ünlü akademisyen Terry Eagleton kötülüğün çekici olmasının sebeplerinden birinin modernleşme olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“… erdem sıkıcı hale geldiğinde kötülük de cazibeli hale gelir. Kötülük tarihsel bir husustur. 16. ve 17. yüzyıllar Püritenliğin ve genel mahiyette orta sınıfların yükselişe geçtiği devirlerdi. Bu dönemde erdemli olmak; tutumluluk, ihtiyat, ölçülülük ve iffet olarak yeniden tanımlandı. Fakat şimdilerde kimse bu açılardan iyi olmak istemiyor.

İşte kötülük denen şey burada cazibeli bir hale bürünüyor. geçmişte farklı olan şey şimdilerde çok çok farklı işte bu yüzden tarihsel bir mesele. Thomas Aquinas’a göre erdem ve iyilik; insanın gelişme biçimidir, enerjiyi dışarı vurma şeklidir.

Kötülükse eksiklik, mahrumiyet, hiçlik, olumsuzluk ve hayat dolu olma yeteneksizliğidir. Başka ifadeyle yaratılışın tam tersi kötülüktür. Etrafta kuşların olması, hayvanların özgürce gezebilmesi iyiliktir, iyi olan şeylerdir. Kötü olan şeyler ise yaratılışa ters olan kaosa sürüklemeye çalışan şeylerdir.

Terry Eagleton’un konuşmasının tamamına aşağıdan erişebilirsiniz.

Dizi ve Filmlerde Kötü Karakterlerin Çekiciliği

Darth Vader, Maleficent, Hannibal Lecter, Frankenstein, Joker ve Harley Quinn gibi karakterlere çoğu insan sempati besler ve bu karakterleri çekici kılan şey kalıplaşmış iyi insan algısının tam tersi olmaları değildir. İnsanların bastırdığı kötülük kavramını karakterlerde görmeleri.

Her insanın içinde iyilik ve kötülük vardır, ortaya çıkarmak kişinin kendi inisiyatifindedir. Northwestern Üniversitesi’nde yapılan araştırmalara göre kişi kendinden bir parça bulduğu şeyleri izlemeyi sever.

Yine aynı üniversitenin çalışma sonucuna göre; kötü karakterlerin sevilmesinin başka nedeni dizi ve filmlerin tamamen kurmaca olması, kişi bilinçaltındaki ortaya çıkaramadığı kötülükleri yapan karakterler olduğunda ve olaylar kötü karakterin çevresinde geçtiği için çekici gelir.

Bu kurmaca yapımlar, kişilerin iyi mi kötü mü insan olduklarını sorgulamasına gerek duymaksızın, kişiliğin karanlık yönleriyle yüzleşme fırsatı sunar. Bu yüzden kötü karakterler her zaman çekici bulunur ve iyi karakterlerin çoğu zaman adı bile hatırlanmaz.

Kötülükle özdeşleşen kurgusal karakterler
Kötülükle özdeşleşen kurgusal karakterler

Kötülüğün Sıradanlığı

Kötülüğün sıradanlığı kavramını ilk kez kullanan ve literatüre geçiren isim Yahudi kökenli Alman felsefeci Hannah Arendt’tir. 1960 yılında Nazi savaş suçlusu Otto Adolf Eichmann’ın yargılanışını “yüzyılın davası” olarak nitelendirir. Eichmann Yahudi soykırımı yapıldığı dönemde basit bir devlet memurudur.

“Kötülüğün Sıradanlığı Üstüne Bir Çalışma: Kudüs’teki Eichmann” adlı eserinde Arendth, Yahudiler soykırıma uğratılırken Avrupa’nın her yerinden toplama kampına Yahudilerin getirilmesinde görevli Eichmann’ın yargılamasında savunma yapması istenir. Savunmada sadece devlet memuru olduğunu ve yasalara uygun şekilde görevini yerine getirdiğini söyler.

Arendth bu sözlerin üzerine devlet memuru mantığını da eleştirmeye başlar. Görevini yerine getiren memur söyleminin yaptığı kötülüğü masumlaştırmadığını aksine yapılan kötülüğün sıradan insanlar tarafından sıradanlaştırıldığına vurgu yapar. İnsanların düşünme yetisi olduğunu, verilen görevlerin ahlaki ve vicdani değerlere uymadığı takdirde sorgulanabileceği, kötülük yapılması isteniyor diye bütün suçu emir verene yıkmamak gerektiğine de vurgu yapar ve kitapta şöyle bahseder:

Eichmann davasında herkes karşısında Yahudiler’den nefret eden, sapık ve sadist, hasta ruhlu, kötü mü kötü bir cani görmeyi bekliyordu; oysa, “Eichmann’ın Yahudiler’den hastalık derecesinde nefret eden fanatik bir antisemit olduğu veya birilerinin onun beynini yıkadığı falan yoktu.”(…) Aksine, Adolf Eichmann son derece sıradan, hatta fazlasıyla sıkıcı bir bürokrattan başka bir şey değildi. Karşımızda bir canavar değil, ”örnek bir vatandaş” vardı.

Asıl sorun tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından; ne yazık ki hepsinin eskiden de, şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu.

Yargılaması yapılan Adolf Eichmann
Yargılaması yapılan Adolf Eichmann

Görünürde hiçbir suç işlemeyen ve yasal prosedüre göre davranarak işini yapan devlet memuru Eichmann’ın, işlediği insanlık suçunun vahametini olağandışı durum ortadan kalktığında dahi anlayamamıştır.

Bunun nedeniyse, görevine olan bağlılığı ve Hitler Almanya’sının belirli bir dönemde çıkardığı diktatörlük yasalarının meşruluğuna olan inancıdır.

Eichmann’ın savunmasında da görülen inançlı devlet görevlisi mantığı vicdanını ve merhametini bir kenara bırakması devleti adına suçunu meşrulaştırır ve sıradanlaştırır fakat takdiri hak etmez, suçunu da hafifletmez.

Kötülüğün sıradanlığının en açık görüldüğü olaylardan biri olan Eichmann davası sıradan insanların kötülüğü sıradanlaştırdığının da en büyük kanıtıdır.

Tarih boyunca kötülüğe olan çalışmalar hiç bitmedi, psikolojik açıdan kötülüğün nedenlerine sonuçlarına, insanda bıraktığı etkiye, neden çekici geldiğine dair çokça deney yapıldı, onlarca masum insan kullanıldı ve kötülük kavramı yüzyıllar boyunca sürdü. Kötülüğe dair yaşatılanlar kötülüğün tarihi kavramını literatüre kazandırmış oldu.

Zaman içinde kötülüğün sıradanlığı da meşrulaştırılmış oldu. Hatta çekici bulunmaya bile başlandı. Dizi/filmlerde kötülüğün çekiciliği konuları sıkça işlenmeye başlandı.

Bu yazımızda kötülüğün tarihi, çekiciliği ve sıradanlığı konularını işledik. Kötülük konusunda daha ne kadar ileri gidilebilir dedirtecek “Stanford Hapishane Deneyi: Sosyal Rollerin Etkisi” yazımız dikkatinizi çekebilir.

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler