Albert Camus’nün 1947 yılında yayınlanan romanı Veba kitap incelemesi, Veba romanının konusu ve teması ile Albert Camus’nün hayatından detaylara yer verdik.
Evreni saçma ve anlamsız olarak tanımlayan absürd felsefe anlayışı denildiğinde akla gelen ilk isim olan Albert Camus, Veba romanında ölümü ustalıkla betimlemekle kalmıyor, aynı zamanda okuyucularını acı gerçeklerle yüzleştiriyor.
Bu yazımızda, kendinizi karamsar bir yolculuğun merkezinde bulacağınız Veba romanını ve yazarı Albert Camus’nün hayatını detaylıca inceliyoruz.
İçerik Başlıkları
Albert Camus Kimdir?
7 Kasım 1913 yılında Cezayir’de daha sonra saçma olarak tanımlayacağı Dünya’ya gözlerini açan usta düşünür Albert Camus, maddi sıkıntılarla dolu bir çocukluk yaşadı.
Çiftçilikle uğraşan babası I. Dünya Savaşı sırasında Marne Muharebesi’nde başına isabet eden şarapnel kurşunuyla öldürülünce, aile üyelerinden geriye abisi Lucien ve ailenin geçimini sağlamak için temizlikçi olarak çalışan annesi kaldı.
Albert Camus’nün İspanyol kökenli olan annesi sağırdı ve yalnızca dört yüz kelime kadar anlayabildiğinden insanlar onu deli ya da hasta olarak nitelendiriyordu. Albert Camus’nün deli denen annesine karşı duyduğu sevgi, ezilen ve sesini duyuramayan insanların sesi olmak için çabalayacağı anlayışın temelini atmıştı.
Camus için bir diğer önemli isim, ilköğretim eğitimini ücretsiz olarak aldığı öğretmeni Louis Germain’di. Germain, Albert Camus’nün potansiyelin farkına varmış, onunla yakından ilgilenerek entelektüel bir birey olma yolunda kendini geliştirmesine olanak sağlamıştı.
1933 yılında Cezayir Üniversitesi’ne kabul edilen Camus, üniversitede felsefe bölümünü başarıyla tamamladı. Üniversitede, tüberküloza yakalanana kadar düzenli olarak futbol oynayan Camus için futbol, birçok insanın düşündüğü gibi yirmi iki adamın bir top peşinde koşmasından ibaret değildi.
Öyle ki, bir röportajda futbol oynadığı yıllar kendisine sorulduğunda: “Dünya’da geçirdiğim ve birçok deneyim edindiğim yılların ardından, insanın yükümlülükleri ve ahlak hakkında ne biliyorsam futbola borçluyum. Çünkü, kalecilik yaptığım yıllarda top hiç beklediğim yerden gelmedi,” ifadelerini kullanmıştı.
Tüberküloz dolayısıyla hayali olan akademik kariyere ulaşamayan Camus, amatör tiyatro yönetmenliğinden gazeteciliğe, gazetecilikten editörlüğe kadar birçok farklı alanda çalışmıştır.
Daha sonra Paris’e taşınan Camus, absürd felsefenin öncüsü olan Sisifos Söyleni ve ilk romanı Yabancı’nın 1942 yılında yayınlanmasının ardından büyük bir üne kavuştu.
Üretken bir şekilde yazmaya devam ederken, politik konularla uğraşmayı da bırakmadı. 1942 ve 1947 yılları arasında Fransa’nın Almanya tarafından işgaline karşı çıkan Fransız Direniş Harekatı’nın Combat gazetesinde editör-yazarlık yapan Camus, totaliter rejimleri eleştiren birçok eleştiri yazısı kaleme aldı.
1947 yılında Veba, 1951’de Başkaldıran İnsan ve 1956 yılında Düşüş isimli romanları yayınlandı. Düşüş romanıyla 1957 Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık görülen Camus, 1960 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu hayata gözlerini yumdu.
Albert Camus, 47 yıllık kısa ömrüne sığdırdığı eserleri ve benzersiz felsefesiyle günümüzde hâlâ yirminci yüzyılın en etkileyici entelektüellerinden biri olarak anılıyor.
Veba Kitabı İncelemesi
Camus’nün Veba romanını kaleme almaktaki esin kaynağı hakkında farklı görüşler bulunsa da, eserde vebanın bir metafor olarak kullanıldığı apaçık. Veba, insanın her an pençesine düşebileceği ve iki adım ötesinde olmasına rağmen aldırış etmediği felaketi simgeliyor.
Bu gerçeğe rağmen insan ölümsüzlük yanılgısıyla yaşıyor. Ancak Camus’ye göre, insan felaketin eşiğinde yaşadığı gerçeğiyle yüzleşmeli, absürd’ü kabullenip, çaresizliğe teslim olmamalıdır.
Sonuçta, vebayı görmezden gelmek, ölümün bir anda gelemeyeceği anlamına gelmez. Bu yüzdendir ki, Avrupa’da milyonlarca insanın ölümüne yol açmış, hatta tarih sayfalarına Kara Ölüm olarak geçmiş veba salgını kendisine sorulduğunda Camus; “Kulağa garip gelebilir fakat bu durum bana oldukça doğal geliyor,” demiştir.
Veba Romanının Teması ve Konusu Nedir?
Roman Fransız işgalindeki bir Cezayir şehri olan Oran’da anlatıcı tarafından 194? olarak kaydedilmiş bir tarihte geçiyor. Oldukça sıradan bir şehir olan Oran, çoğuna göre sıra dışı bir olayın gerçekleşemeyeceği kadar sıkıcı bir şehir:
Bu güncenin konusunu oluşturan ilginç olaylar 194…’ te Oran’da meydana geldi. Genel düşünceye göre biraz sıra dışı olduğundan bu olayların geçebileceği yer burası değildi. İlk bakışta Oran gerçekten de sıradan bir kent, Cezayir’in bir Fransız ilinden başka bir şey değildi.
Kentin kendisi de, itiraf etmek gerekir, çirkindir. Dingin görünümlü bu kenti başka onca ticaret kentinden farklı kılan şeyin ne olduğunu ayırt etmek için biraz zaman gerekir. Örneğin, ne bir kanat çırpışın ne de bir yaprak hışırtısının duyulduğu, güvercini olmayan, ağaçsız ve bahçesiz bir kent, tam anlamıyla yansız bir yer nasıl düşünülür?
Mevsimlerin değişimi ancak göğe bakılarak anlaşılır. İlkbahar yalnızca havanın niteliğinin değişmesinden ya da sokak satıcılarının banliyölerden getirdikleri çiçek sepetleriyle kendini duyurur; çarşı pazarda satılan bir ilkbahardır bu. Yazın, güneş fazla kuru evleri kavurur ve duvarları gri bir külle örter; o zaman artık kapalı kepenklerin gölgesinden başka yerde yaşanmaz. Sonbaharda, tersine çamur tufanı olur. Güzel günler yalnızca kışın yaşanır.
Şehir kadar halk da oldukça normal. Şehrin insanları genellikle daha fazla para kazanmak için saatlerce çalışıyor, mesailerinden kalan zamanlarda, yani genellikle hafta sonları, basit eğlencelerle vakit öldürüyorlar. Kısacası, modern toplumdaki her birey gibi Oranlılar da şan, şöhret gibi kavramlarla takıntılı, alışkanlıklar tarafından kör edilmiş saf insanlar:
Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır. Bizim küçük kentimizde, iklimden belki de, bunların tümü bir arada yapılır, aynı tutkulu ve belirsiz havayla. Yani burada insanın canı sıkılır ve alışkanlıklar edinmeye özen gösterir.
Burada yaşayanlar çok çalışırlar, ancak hep zengin olmak amacıyla değil. Özellikle ticarete ilgi duyarlar ve onların deyişiyle, önce iş yapmakla ilgilenirler. Doğal olarak basit keyiflerden de zevk alırlar; kadınlardan, sinemadan ve deniz banyolarından hoşlanırlar. Ancak, çok mantıklı olarak, bu zevkleri cumartesi akşamları ve pazar günlerine saklarlar; çünkü haftanın tüm öteki günlerinde çok para kazanmaya çalışırlar.
Akşam, bürolarından çıktıklarında belli bir saatte kafelerde buluşurlar, aynı bulvarda gezinti yaparlar ya da kendi balkonlarına çıkarlar. Daha genç olanların zevkleri şiddetli ve kısadır; oysa daha yaşlıların kötü huyları işkolik toplantıları, eş dost davetleri ve kâğıt oynanan çevrelerle sınırlıdır.
Fare ölümleriyle başlayan esrarengiz olayların ardından şehri saran veba salgını ve beraberinde getirdiği ölümler Oran’ı ve Oran halkını hiç beklemedikleri bir değişimle yüzleşmek zorunda bırakıyor.
Beş bölümden oluşan romanın tamamına yayılmış olan bu değişim, ilk bölümden itibaren hiç aceleye getirilmeden işleniyor; roman her bir bölümde giderek daha da karamsar bir hale bürünüyor.
Romanda, varoluş, ölüm, din, umut gibi olgular detaylıca sorgulanıyor. Kısacası Veba, Albert Camus’nün yegâne felsefe sorunu olarak tanımladığı intiharı; insanın yaşamakla kendini öldürmek arasında yaptığı seçimi ve bir insanın nasıl yaşaması gerektiği konusunda edindiği izlenimleri gerçekçi bir kurguyla okuyucuya sunuyor.
Veba Romanının Karakterleri Kimlerdir?
1. Dr. Bernard Rieux
Romanın başkahramanı olan Doktor Rieux, Camus’nün absürd anlayışını kavramış entelektüel bir karakter. Dr. Rieux, veba salgınından şüphelenen ve önlem alınması gerektiğini savunan insanların başında geliyor.
Her ne kadar yetkililer onun sözlerine kulak asmasalar da, Rieux yapılması gerekeni yapmak konusunda oldukça kararlı davranıyor. Sıkı bir hümanist olan Dr. Rieux için ne kendisinin ne de başkalarının menfaatleri insan canından önemli değil.
Fikirleri ve eylemleri cehalet vebadan daha tehlikelidir anlayışını temel alan, veba gibi böylesine ölümcül bir hastalıkla uğraşırken bile güneşi umut kaynağı olarak değerlendirebilen Rieux cehalet hakkında şunları söylüyor:
“Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir. İnsanlar kötü
olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir.Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut
kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve insan her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz.”
2. Jean Tarrou
Romanda Dr. Rieux’nun en samimi dostu olan Jean Tarrou, Dr. Rieux’ya yakın bir hayat görüşüne sahip fakat Tarrou veba salgınına olduğu kadar hayata da daha felsefi bir perspektifle yaklaşıyor.
Şehir karantinaya alındığı sırada Oran’da tatilde olan Tarrou, Oran halkı hakkında dışardan gelmiş bir yabancı olarak değerlendirmeler yapıyor. Tarrou’ya göre ölüm, rasyonel ya da etik bir anlam taşımıyor. Asıl, onurlu olan ölümü kabullenmek ve bu kaçınılmaz yok oluşa rağmen özgürce yaşayabilmek. Tarrou Oranlılardan bahsederken şöyle söylüyor:
Onları duyuyorsunuz: Vebadan sonra bunu yapacağım, şunu yapacağım… Sakin duracakları yerde varoluşlarını zehirliyorlar. Ve ellerindeki avantajların farkında değiller.
Acaba ben, tutuklanmamdan sonra şunu yapacağım, diyebilir miydim? Tutuklanma bir başlangıçtır, bir son değil. Oysa veba… Ne düşündüğümü bilmek ister misiniz? Onlar talihsiz, çünkü kendilerini olayların akışına bırakmıyorlar. Ve ben ne dediğimi biliyorum.
3. Dr. Castel
Oldukça yaşlı olan doktor Castel, Dr. Rieux’nün şehirde veba salgınının başlıyor olabileceği şüphesiyle aradığı ilk meslektaşlarından. Dr. Castle, Dr. Rieux ile birlikte yetkililere olası bir salgın karşısında önlem alınması gerektiğini açıklamaya çalışıyor.
4. Joseph Grand
Terfi hayalleriyle yıllarını harcamış yaşlı bir adam olan memur Joseph Grand, yazar tıkanıklığı yaşıyor. Yaşadıkları monoton hayattan sıkılıp kendisini terk eden eski eşine bir türlü istediği gibi bir mektup yazamayan Joseph Grand, aynı zamanda mükemmel bir roman yazmaya çalışıyor. Bu konularda sık sık Dr. Rieux’a danışan Joseph Grand ne mektubun ne de romanın ilk cümlesini yazabilmiş değil.
5. Dr. Richard
Oran şehrinin yetki sahibi doktorlarından olan doktor Richard, Dr. Rieux kendisine vebadan şüphelendiğini söyleyince bunun imkansız olduğunu söylüyor. Doktorluğu hayati önem taşıyan bir meslektense politik bir araç olarak gören Dr. Richard, bürokrasideki yozlaşmayı temsil ediyor.
6. Rahip Paneloux
Cizvit Papazı olan Rahip Paneloux, salgınla ilgili verdiği vaazlarda, vebanın Oranlıların işlediği günahlardan dolayı tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza olduğunu anlatıyor. Ona göre vebadan kurtulmanın tek yolu tanrıya ibadet etmek ve İsa’nın öğretilerini uygulamaktan geçiyor.
7. Raymond Rambert
Parisli bir gazeteci olan Rambert, Oran şehrindeki Arap popülasyonunun hijyenik durumu hakkında veri toplamak üzere şehre geliyor, fakat beklenmedik salgının patlamasıyla Oran’da tutsak kalan Rambert, Paris’e geri dönmenin yollarını arıyor.
8. Cottard
Cottard tek kelimeyle paranoyak olarak tanımlanabilecek bir karakter. Yıllar önce işlediği ve ne olduğunu söylemediği bir suçtan dolayı her an tutuklanacağı korkusuyla yaşayan Cottard, Oran’da vebanın gelişiyle mutlu olan tek kişi o. Çünkü, artık korkuyla yaşaması gereken yalnızca o değil.
9. Sorgu Yargıcı Othon
Dr. Richard gibi bürokrasideki yozlaşmayı temsil eden yargıç Othon, veba gibi ölümcül bir salgın karşısında sahip olduğu sosyal konumun hiçbir anlam ifade etmediğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Eğer bu incelememiz hoşunuza gittiyse, sitemizin kitaplar kategorisinde okuma listenize eklemek isteyeceğinizi düşündüğümüz harika kitapların incelemelerini bulabilirsiniz.