Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi Öykü İncelemesi

Sanatçının kişisel gerçekliğiyle kuşatılmış ve günümüz insanının gerçekliğine sızmış bir öykü. Bugün yepyeni bir alt metinle okuyabileceğimiz, Ziya Osman Saba’nın mutluluğunu tescil ettirmek için bir fotoğraf çektirmek isteyen kimsesiz bir adamı anlattığı Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi adlı öyküsüyle ilgili merak ettiğiniz her şey bu inceleme yazımızda.

Mutluluğumuzu tescil ettirdiğimiz ve bunu tarihe not düşülen bir belge gibi servis ettiğimiz yer sosyal medya hesaplarımızdır. Mutsuzluklarla örülü hayatlarımızı kusursuz bir tablo gibi sunduğumuz fotoğraflarımız, aslında olmak istediğimiz veya yaşamak istediğimiz hayatın bir çeşit kurgusudur. O fotoğraflarımız ki hep mutlu insanlarla doludur. Herkes güzel, herkes güçlü ve her şeyden de önemlisi herkes “memnun” dur. Yaşam, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yolunda gitmektedir(!) Postmodernist bu çağda resmi yapılamasa da fotoğrafı çekilebilen bir şeydir artık mutluluk.

En eski çağlardan bu yana insanın ölümsüzlüğe ulaşma isteği görüntümüzün, fotoğraflar aracılığıyla zamanı ve ölümü yenmesiyle yalancı bir zafer kazanmış gibi görünüyor. Mesela sadece sevinçli anlarımızın tanığı İnstagram, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi adlı harika öyküyü ne zaman okusam bütün filtrelerini alıp gelir, karışır, yerleşir anlamsal katmanların içine. Oysa 1940’lı yıllarda yazılan bu öyküde fotoğraf, fotoğrafçıların kafasını örtünün altına sokarak çekim yaptığı ayaklı makineler sayesinde elde edilebilen görüntülerdi. Günümüz fotoğraf teknolojisi, onu yaygınlaştıracak kitle iletişim kolaylıkları vs. yoktu elbette. O dönem insanı için dünya, gidip gördüğü ve okuduğu şeylerden ibaretti. Öykümüzün kimsesiz karakteri, bizim bugünü kavrarken sahip olduğumuz güdülenmelerimize ve kalıplarımıza hem çok yakın hem de çok uzaktır. Yakındır çünkü sıradan insanın, insan olmaktan ve özellikle de döneminin insanı olmaktan kaynaklı bütün özelliklerine sahiptir. O da tıpkı bugünkü gibi olmayan mutluluğunu bir fotoğrafhanede tasdik ettirmek istemektedir, o da mutsuzluğuyla yüzleşememektedir. Bir taraftan da çok uzaktır bize çünkü kendi öyküsü ve karakteri bağlamında biriciktir, bambaşka duyarlılıklara sahiptir.

Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nin Türü Nedir?

Kurmaca metinlerin en temel özelliklerinden birisi, yazarla anlatıcının aynı kişi olmamasıdır. Anlatıcı, yazarın anlatmakla görevli kıldığı kurgusal kişidir. Edebiyat öğreticileri bıkmadan, usanmadan bunun üzerinde dururlar. Bunu anlamak bir öykünün, bir romanın hakkını vererek okumak için öylesine hayati bir şeydir ki anayasanın değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden biri gibidir. Ancak Ziya Osman Saba yazdığı öyküleri bir el bombası gibi bırakır bütün o kuramların, kuralların ve kutsamaların ortasına. Onun öykülerinde yazarla anlatıcı aynı kişidir. Yani anlatıcı bizzat Ziya Osman Saba’dır. O gün işinden erken çıkan, caddelerde amaçsızca gezen, içinde hep bir aile özlemi taşıyan ve mutsuzluğuyla yüzleşmekte zorlanan ama yine de sonsuz bir iyimserlikle dolu olan Ziya Osman Saba’nın ta kendisidir. Sanatçı, yazdıklarını bir türün kalıbı içerisine sıkıştırmayı umursamaz. Behçet Necatigil onun bu metinleri için hatıra-hikâye tabirini kullanır. Cevdet Kudret ise Saba,  yalnızca kendi hayatını ve yakın çevresini anlattığı için onun öykülerini hatıraların tespiti olarak görür ve onları otobiyografik hikâyeler olarak adlandırır. Saba’nın kendisi de bu metinlere hikâyemsi der. Günümüzde kalıpları kırılan, anlatma olanakları değişen ve zenginleşen öyküyü,  tam da Ziya Osman Saba gibi bir türün kalıbı içinde ele almadığımız için ona rahatlıkla öykü diyebiliriz.

Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi Ne Anlatıyor?

Öykü, nefis bir mekân açılışıyla başlar. Bu mekân İstanbul’dur. Anlatıcı, o gün işinden erken çıkabilmiştir, biraz gezinmek ister. Fotoğraf çektirmek henüz aklında yoktur. Haliç’i ve Boğaziçi’ni geçerek Beyoğlu’na yönelir. Gezerken hep etrafını seyreder; dükkânları, apartmanları gözlemler; kadın eşyaları satan mağazaları inceler ve sürekli içinden konuşur. Gördüğü herkes; fakiriyle zenginiyle, güzeliyle çirkiniyle istisnasız mutludur. Öykü, neredeyse tamamen anlatıcının bu iç konuşmalarından oluşmaktadır. Anlatıcı, yalnız bir adamdır. Ancak okurken fark ederiz ki bu tercih edilmiş bir yalnızlık olmadığı için aslında kimsesizliktir. Bir fotoğrafhanenin önünde durup fotoğrafları inceler. Burada her şey, herkes birbirine gülümsüyor. Hiçbir ihtiyar, hiçbir çirkin, hiçbir düşünceli insan resmi yok. Adeta bu fotoğrafhaneye sevinçsiz hiçbir insan ayak atmamış, der. Tek tek incelediği fotoğraflar adeta mutsuz tek bir insanın bulunmadığı instagram story’leri gibi akar. Kendisi de bir fotoğraf çektirmeye karar verir. Amacı mutlu göründüğü bir anının kayıt altına alınması ve bu suretle mutlu bir insan olduğunun tescil edilmesidir. Diğer bütün insanlar çok mutluyken aslında o derin bir yalnızlık ve mutsuzluk içindedir. Bir müddet fotoğrafçının holünde durup duvarlardaki fotoğrafları inceler ve burada fotoğraf çektiren herkesin mutlu olduğunu düşünür. Fotoğrafçıya kendisinin de bir fotoğraf çektirmek istediğini söyler. Mutlu insan pozu vermek isteyen anlatıcı, mutlu şeyler düşünmeye çalışır. Ama ne düşünse olmaz, gülümsemesi yapaydır. En sonunda kendiyle yüzleşir, niçin kendimi aldatmaya çalışıyorum, der. Benim asıl mesut zamanlarıma ne oldu, der. Neden buraya tek başıma geldim, der. Bu yüzleşme onu rahatlatır. Bunlar için kötümser olmamaya karar verir. Belki de gerçek bir gülümsemeyle poz verecekken fotoğrafçı ümitsiz bir tavırla onun fotoğrafını çekemeyeceğini söyler.

Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi Adlı Öyküden Bir Alıntı:

Bir durum öyküsünün ne anlattığını anlatabilecek son şey onun özetidir. Bu nedenle Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nden nefis bir kesiti, hak ettiği değeri kendisine teslim etmek için paylaşmak isterim:

Bu caddeye ne kadar fotoğrafçı toplanmış, şimdiye kadar kaç tanesinin önünde resimleri seyre daldım. Bütün bu mesut insanlar buralara da saadetlerini tespit ettirmek için koşuşmuş olacaklar. Bu resimlerde, yaşayacaklarından daha uzun zaman tebessümleri devam edecek. Şu gelin, demin gördüğüm kocalı kadın değil mi? Şu pembe yüzlü, çift örgülü saçlı küçük çocuk, daha demin sıçrayarak yanımdan geçen genç kız değil mi? Belli belli! Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok. Zaten en yakın mezarlık buraya kilometrelerce uzakta. Bu caddede ancak mesut dolaşılabilir. Yalnız bu caddede bulunmak insanı mesut etmeye kâfidir. Yaşadığımı, ben de saadetimi düşünmeliyim. Şu kadar dükkânın içinde elbette beni de mesut, hiç olmazsa memnun edebilecek şeyler satanlar da yok değil ya! Şuracıkta kunduralarımı boyatabilirim. Şu kravatı pekâlâ satın alabilirim. Yeni gelmiş şu şiir kitabı bana pekâlâ zevkli saatler geçirtebilir. Ben de pekâlâ şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz, diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bir sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en güzel fotoğraf, onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim.

Ziya Osman Saba Kimdir?

Ziya Osman Saba, her şeyden önce bir şairdir. Yedi Meşale topluluğunun en genç üyesidir. Cahit Sıtkı Tarancı ile Galatasaray Lisesinden arkadaştır. Onun Ziya’ya Mektuplar adlı eserindeki Ziya’dır. Yazdığı öykülerin hem anlatıcısı hem de yazarıdır.

Hangi Durumun Öyküsü?

Bugün mutluluğumuzu tescil ettirmek için koştuğumuz fotoğrafhaneler, mutluluk dağıtan ve satan filtreler, elimizde koca bir okyanusu dolaşabilme imkânı varken sadece kendi akvaryumumuzda yaşayıp sadece kendi akvaryumumuza güzel görünerek ve sadece kendi akvaryumumuzdan ibaret olduğumuzun hikâyesidir. Yaşasaydı Ziya Osman Saba, o da koca bir okyanusu dolaşabilme imkânı varken kendi akvaryumunun balığı olmaktan kurtulamazdı muhtemelen ancak tüm derinliği, ironisi ve iyimserliğiyle işlerdi bunu bir durum öyküsünde.

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler