Psikolojide Sembolizm ve Psikanalistlerin Çalışmaları

Psikolojide Semboller
Psikolojide Semboller

Günlük hayatta, sanatta, edebiyatta, sinemada ve daha birçok alanda sık sık kullanılan semboller birçok bilimsel alanda da ilgi çekici bir konu olma özelliğini saklı tutmaktadır. Bu yazımızda bütün alanlar gibi psikolojide de kendine yer edinen sembolizme ve sembollerin birey bilicindeki yerini araştıran psikanalistlerin görüşlerine yer vereceğiz.

Sembol ve Sembolizm Nedir?

Fransızca ‘da symbole olarak ifade edilen bu kelime simge demektir. Simge ise Türk Dil Kurumunun sözlüğüne göre ”Duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret, alem, remiz, rumuz, timsal, sembol.” anlamına gelmektedir.

Somut nesnelere yüklenilen anlamlarla olayları, inançları anlatmaya veya yorumlamaya çalışan sisteme de sembolizm denmektedir. Sanat ve edebiyatta akım olarak ortaya çıkan sembolizm ise; ”Sanat eserinin değerini, gerçeğin olduğu gibi aktarılmasında değil, duygu ve düşüncelerin, işaret ve biçimlerin uygunluk içinde düzenlenişinde gören, ayrıca kelimelerin müzik ve simge değerine dayanılarak en anlatılmaz duygu inceliklerinin bile sezdirilebileceğini savunan edebiyat ve sanat akımı.” olarak ifade edilmektedir.

Sembolizm sadece sanatçı ve edebiyatçıların değil sosyologların, antropologların ve psikologların ilgisini çeken bir konu olmuştur. Sosyologlar toplumsal boyutunu, antropologlar kültürel yönünü açmaya çalışırken psikologlar ise psikolojik yönünü aydınlatmaya çalışmışlardır.

Bu kapsamda insanı sembol yaratmaya iten sebepleri, bu süreçte hangi zihinsel yetilerini kullandıkları ve sembollerin bireyin duygu, düşünce ve davranışları üzerindeki etkilerine dair incelemeler yapmışlardır. Yazımız da bu kapsamda çalışmalar yapan psikanalistlerin çalışmaları üzerinden psikolojide sembollerin yerini sizlere aktaracaktır.

Sembol ve sembolizm

1. Sigmund Freud ve Semboller

Sigmund Freud’un sembolizme olan ilgisi histeri çalışmaları esnasında başlamış ve rüya çalışmalarıyla da devamını getirmiştir. Freud’a göre semboller, bilinçaltı fantezilerin birer yansımasıdır. Sembollerin rüyalarda, insan ilişkilerindeki davranışlarda ortaya çıktığını düşünüp altındaki anlamları aramaya çalışmıştır.

Hatta hastalar üzerinde yoğunlaşması, hasta insanlarda zihinsel sansür zayıflarken sağlıklı bireylerde daha güçlüdür bu nedenle hasta bireylerin zihinlerinden yansıyan davranışlarındaki sembolik ifadelerin takibini kolaylaştırmıştır.

Daha çok patolojik semboller üzerinde duran Freud, onları histerik ve obsesyonel olarak ikiye ayırmıştır. Freud’a göre histeride travma sembole dönüşmektedir. ‘Dönüşüm sürecinde X’in ortaya çıkması kabul edilemez olduğu için Y ikincil faktördür ama X yerine geçer.’ Freud’da sembolizmin çatışma temellidir ve bu çatışma semboller ile giderilmektedir. Yani bireyler sembolleri sıkıntıdan, çatışmadan kurtulmak için kullanmaktadır. Obsesyonel durumda ise sembol bir dönüşüm geçirmez savunma amaçlı takıntılı eylemler olarak ortaya çıkar.

Freud patolojik sembollerin oluşumunda bireylerde, önce çatışmanın ortaya çıktığını sonra bu çatışmayı bastırmaya çalışma ve bastırmanın yarattığı huzursuzluğu gidermek için bastırmaya alternatif sembol ikame edilerek sıkıntıdan kurtulma çabası olduğunu gözlemlemiştir.

Sembolün bastırılan arzu olduğunu ve çatışma olmadığında sembolün de olmadığını öne sürmüştür. Bu düşüncesinden hareketle psikanalizde sembol; bastırılmış duyguları temsil eden düşünce, davranış, imaj ve semptomlar olarak tanımlanmıştır.

Sigmund Freud

Rüya çalışmasında sembollerin yoğun olarak bulunduğu mitler, halk hikayeleri ve efsanelerle ilgilenmiştir. Farklı kültürlerde ortak semboller bulunması nedeniyle sembollerin evrensel nitelikte de olabileceğini düşünmüştür. Ona göre, evrensel sembollerin antik çağlarda kavramsal ve dilsel olarak ayrışmayıp bir bütündür ve dilin daha sonra ortaya çıkması nedeniyle semboller dilden önce var olmuştur.  Freud’a göre semboller bilinçaltında yer alır ve genetik olarak aktarılmaktadır.

Rüyalar bir sembolden değil birçok sembolden oluştuğu için her sembolün anlamı ayrı ayrı ortaya çıkarıldıktan sonra rüyanın sembolik dilinin anlaşılacağını düşünen Freud, bu tezini kendisinin ve çevresindekilerin rüyalarından ve kendisini destekleyen psikologların görüşlerinden yola çıkarak sembolleri indirgemeci bir yaklaşımla kadınsı ve erkeksi olarak ayırmıştır.

Sopa, sırık, şemsiye, hançer, bıçak gibi düz, uzun, keskin sembollerin erkek cinselliğini; dolap, geçit, oda, sandık, kavanoz, kutu, mağara, tünel gibi sembollerin kadın cinselliğini sembolize ettiğini savunmuştur.

Sembollerin kaynağı olarak bastırılmış arzu ve istekleri göstermesi sembolü daha çok fanteziye, anlamını ise bire indirgeyerek sembolün kapsamını daraltıp onu işarete dönüştürmüştür. Çalışması, anlamdaki daralmalara ve bazı tutarsızlıklara rağmen birçok araştırmacıya kaynak oluşturmuştur.

Bireyin bastırılmış benliğinin zihnine yansıması.
Bireyin bastırılmış benliğinin zihnine yansıması.

2. Melanie Klein ve Semboller

Psikanalizin önemli isimlerinden olan Melanie Klein, Freud’dan esinlenerek sembol geliştirmelerinde çocukluk yıllarını temel almıştır. Çocuk anne ilişkisini, oyunları, arzu ve fantezileri sembolik ifadeler olarak değerlendirmiştir. Sembol geliştirmenin ego ve ruhsal gelişim için önemli olduğunu düşünmüştür. Bir sembolden diğer sembole kolaylıkla geçiş yapamayan kişilerin ruhsal rahatsızlıklara sahip olduğunu belirtmiştir.

Ona göre sembol sıkıntılı durumlarda bir rahatlama ve sığınma aracıdır. Sembol geliştirme ile zihinsel gelişim arasında ilişki kuran Klein, sembolleri bilinçdışı fantezileri yansıtan birincil kaynak olarak görmüştür. Sembolik ifadelerle (oyun, kişileştirme vb.) ortaya çıkan içsel fanteziler ruhsal gerginliği uzaklaştırma amacına dönüktürler. Klein, insanın sembol geliştirmesinde kaygı ve suçluluk duygusunun önemli bir faktör olduğunu düşünmüştür.

3. Otto Rank ve Semboller

Otto Rank araştırmalarında bireyin cenin halinden ilk bebeklik dönemine kadar olan zaman dilimini esas almıştır. Ona göre semboller doğum travmaları sonrasında hayata uyumu kolaylaştırırlar. Freud’un sembolleri cinselliğe indirgemesini kabul etmezken kendisi anne rahmi, cenin, doğum ve ilk bebeklik dönemine indirger. Otto Rank, bütün sembollerin bu dönemlerden izler taşıdığını düşünmektedir.   Bilinçaltında var olan sembollerin rüya ile açığa çıktığını düşünür ve şu şekilde bir tanımlama yapar;

  • Uyku halindeki cenin pozisyonu ana rahmindeki duruşu,
  • Rüyada görülen su cenini,
  • Ketlenme zor doğumu,
  • Düşme doğum kaygısını,
  • Kayma doğum anını,
  • Yolculuk rüyaları anneden ayrılışı,
  • Karanlık oda anne karnını yansıtan sembollerdir.

Rank sembol geliştirmenin insana özgü asli bir özellik olduğunu düşünürken, problem çözme ve yaratıcı düşünce vasıflarını da bunun bir uzantısı olarak ifade etmektedir. İnsanın yaşadığı dünyanın sürekli yinelenen semboller dizisinden ibaret olduğunu ve Freud gibi farklı kültürlerde ortak sembollerin olmasının sembollerin evrensel bir yönü olduğunu gösterdiğini dile getirmiştir.

Bebeğin anne karnındaki pozisyonu ve bulunduğu ortam.
Bebeğin anne karnındaki pozisyonu ve bulunduğu ortam.

4. Donald Winnicott ve Semboller

Donald Winnicott, sembollerle ilgili kuramını üçe ayırarak incelemiştir. Bu aşamalar tüm güçlülük, yanılsama ve geçiş nesnelerini içine alan geçiş olgusudur. Tüm güçlülük evresi annenin çocuk için her şeyi temin ettiği aşamadan meydana gelmektedir.

Bu aşamada annenin çocuğa yönelik tavırları büyük bir önem arz eder. Yanılsama aşamasında çocuk annenin yetersizliğini anlamaktadır. Bu evrede gerçeklikle yüzleşmek ön plandadır ve çocuk hayatın sıkıntılı, sorunlu yönlerinin de olabileceğini kavrayacaktır. Son aşama yani geçiş evresinde yanılsama ise hissedilen sıkıntılardan kurtulmada geçiş nesneleri yani semboller önemli bir göreve sahiptir.

Anne memesini bulamayan çocuk elini emerek onu bir geçiş nesnesi yapar veya bir oyuncakla oyalanarak sıkıntıyla baş eder. Geçiş nesneleri bir yönüyle gerçek, bir yönüyle içsel olup her ikisinden de farklı olarak bir ara bölgeye aittirler. Winnicott’a göre ilk geçiş nesnelerine bakılmadan semboller yeterince anlaşılamaz. Ona göre geçiş nesneleri din, edebiyat, sanat için de geçerli olup içsel ve dışsal alan arasında kalan ara bölgeye aittirler.

Winnicott’a göre sembol yanılsama evresinde nesnenin yetersizliği sonucu ortaya çıkan sıkıntılı durumu aşmak için bir başka nesnenin ikamesi olup, ruh sağlığı için oldukça önemlidir. Freud’da birey önemlidir ancak Winnicott ‘da önemli olan nesnedir. Bu bağlamda emzikten, oyuncak ayıya kadar uzanan geçiş nesnelerinin sembolik anlamları olduğunu ileri sürmüştür.

İnsan zihninin sembollerden meydana gelen bir aynası.

5. Carl Gustav Jung Öğretisinde Semboller

İlgilendiği farklı kültürlerin de katkısıyla Jung, ortak sembollerden yola çıkarak psikoloji literatürüne kolektif bilinçdışı kavramını kazandırmıştır. Görüşlerini ispatlamada da sembolleri kullanmıştır. Jung, Freud’u sembolleri cinselliğe indirgediği, gerçeklikten uzak bir varsayım olarak ele aldığı ve onları işarete indirgediği için eleştirmiştir.
Ve Freud’dan farklı olarak Jung sembolü; bilinçdışına ait değiştirilemez yapısal tutumları açığa çıkaran, özgün bağlantılarla daha fazlasını sunması yanında her zaman görünür olamayan ve bilinmeyen yönleri bulunan, insan ruhunda uzlaşı ve onamayı amaçlayan, olgu, terim veya resim olarak tanımlamıştır. Sembollerin kaynağının bilinçdışı olduğunu, evrensel sembollerin kaynağınınsa kolektif bilinçdışı olduğunu ileri sürmüştür. Jung’a göre semboller mit, masal, efsane, sanat ve rüyalarla açığa çıkmaktadır.

Jung, patolojik semboller konusunda Freud ve Breuer ‘in nörotik semptomların, bazı ağrı türlerinin ve anormal davranışların sembolik anlamlar taşıdığına yönelik görüşlerine katılır. Jung, bunların da bilinçdışının dışavurum biçimleri olduğunu, su içmek istemeyen hastada içme davranışını engelleyici kramplar, ağır psikolojik sıkıntılar altındaki hastalarda hazımsızlık, kısmi felç gibi rahatsızlıklar yaşanabileceğini belirtmiş ve bu semptomları sembol olarak değerlendirmiştir.

Normal sembolleri ise bireysel ve evrensel olarak ele almıştır lakin bireysel sembollerden çok evrensel semboller üzerinde durmuştur. Evrensel sembolleriyse evrimle aktarılan kolektif bilinçdışının içeriğini oluşturan arketipler, rüya, fantezi, imgeleme, vizyon, sezgi, kompleksler ve semptomlar gibi ruhsal bildirim ve çağrışımlar olarak değerlendirmiştir. Jung’a göre her sembolün ortaya çıkması bilinçdışı içeriğin bilinç düzeyine çıkmasına yarar ve onu elle tutulur hale getirir.

Carl Gustav Jung Öğretisinde Semboller
Carl Gustav Jung Öğretisinde Semboller

Jung sembollerin önemli işlevleri olduğunu dile getirmiştir. Bunların başında denge gelmektedir. Ona göre zıtlıklar psişik yaşantının vazgeçilmez unsurudur. Jung farklı kültürlerde gördüğü bu zıtlıkları insan psikolojisine uyarlamıştır. Ona göre insan ruhu bu zıtlıkların oluşturduğu gerilimi azaltmak için birtakım arayış içinde olurlar. Bu arayış mantıksal bir zemine oturmadığı için olaya semboller girer.

Semboller bu yönleriyle birleştirici ve uzlaştırıcı etkiye sahiptir. Bilinçdışı ve bilinç arasındaki denge bozulduğunda bireyin bu konuda dikkatini çekip, onu uyarmak sembollerin görevidir. Jung özellikle rüyada görülen sembolleri bu kapsamda yorumlar. Dengenin sağlanması ruhsal sağlığın korunması için son derece önemlidir ve sembollerin rolü burada öne çıkmaktadır.

Psikolojik bir durumdan diğerine geçiş sembollerle daha kolay gerçekleşir. Bu geçiş ruhsal sağlığı koruduğu gibi sağlıklı bir kişiliğin gelişiminde ve yaratıcılık vasfının kazanılmasında da önemli bir rol oynar. Jung psikolojisinde sembollerin ruhsal olduğu kadar zihinsel açıdan da önemli işlevleri vardır. İnsan zihni çeşitli kavramları tanımlamada ve ifade etmede yetersiz kaldığı veya zorlandığında kendilerini temsilen sembolleri kullanır. Ayrıca insan zihninin özelliklerinden birisi eleştirel nitelikte olmasıdır. Bu sebeple kolay kolay ikna edilemezler. Jung ise insan zihnini ikna edebilecek yegâne olguların semboller olduğunu düşünmüştür.

Jung, insanın yeryüzündeki seçkin konumunun sembol üretmesiyle bağlantılı olduğunu insanın doğasından uzaklaştıkça sembollerin etkisinin azaldığını ileri sürmüştür. Semboller ruhsal yapının çok önemli yapı taşları olup bastırıldıklarında veya ihmal edildiklerinde özgün enerjilerinin kaybolmasının beklenmedik sonuçlar doğurduğunu ileri süren Jung, bu durumun insanın büyük bir enerji kaynağından yoksun kalmasına neden olduğunu düşünmüştür.

Carl Gustav Jung

6. Erich Fromm ve Semboller

Erich Fromm’a göre sembol bir tecrübeyi, düşünceyi veya duyguyu temsil eder. Sembol benliğimizin dışındayken sembolize ettiği şey iç dünyamızda saklıdır. İç dünyamızın dışa aktarımının sembollerle gerçekleştiğini ileri sürer. Fromm da Jung ve Freud gibi sembollerin evrensel olduğunu ve insanın tarihsel serüveninde dilden önce geldiğini belirtmiştir. Sembolde önemli olanın zaman ve mekân değil, yoğunluk, anlam ve çağrışım olduğunu ileri sürmüştür. O, sembollerin çok anlamlı olduğunu kabul etmiş ve sembolleri tek anlamlılığa indirgeyen psikanalistleri sabit fikirli ve dogmatik olarak değerlendirmiştir.

Fromm sembollerin kaynağı olarak bilinçdışını göstermiş, dışavurumların ise rüya ve hipnozla gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Fromm sembolleri geleneksel, rastlantısal ve evrensel olmak üzere üçe ayırmıştır. Kişiye özgü yaşantılar sonucu oluşanları rastlantısal semboller olarak tanımlamıştır. Herhangi bir şehirde olumsuzluklar yaşamış kişi o şehrin adını duyduğunda olumsuz duygular yaşayabilir. Bu tür semboller kişiye özeldir ve başkaları tarafından bilinmesi için açıklanmaya ihtiyaç duyar. Bu sebeple rastlantısal sembollerin gerçek anlamını yaşayanın kendisi bilecektir.

Geleneksel semboller, toplumlara veya milletlere özel sembollerdir. Bu semboller geçerli oldukları toplum ve millet mensuplarınca bilinirler. Evrensel semboller ise kişisel tecrübelere uygun, sembol ile sembolize edilen arasında doğrudan ve sürekli ilişkili, tüm insanlar için geçerli olan sembollerdir. Fromm evrensel sembollerin insanın duygu ve düşüncelerini paylaşma ihtiyacını karşıladığını ileri sürmüştür. Her insanın duygu, düşünce ve psikolojisinin benzer şekilde ilerlemesi evrensel sembollere kaynak oluşturmuştur. Fromm evrensel semboller konusunda şu şekilde bir örnekleme yaparak çifte anlam çıkarılabileceğini belirtmiştir; Ateş, güven verici olduğu gibi yakıcı ve yıkıcıdır aynı şekilde su, sükuneti temsil ettiği gibi, baskınları ve felaketi de temsil edebilir. Fromm sembolleri ele alırken toplumsal yönlerinin ihmal edilmemesi gerektiğini belirtmiş ve sembollerin sosyolojik boyutunu vurgulamıştır.

7. Wilfred Bion, Zindel V. Segal, Jacques Lacan ve Jean Piaget Psikanalistlerinde Sembol

Bion, semboller dünyasında dalaşma ile insanın zihinsel ve ruhsal kapasitesi arasında ilişki kurarken, Segal sembol ile yaratıcılık ve özgürlük arasında ilişki kurmuştur. Lacan, daha çok Piaget gibi sembolün içsel ve kişisel yanı üzerinde durarak sembolü hayal ile açıklamıştır. Lacan’a göre sembol olamayacağımız ve elde edemeyeceğimiz şeyleri temsil etmektedir. Sembol sahip olabileceğimize yakındır ancak ulaşıp sahip olamayacağımız şeylerdir. İlk olarak arzulanan şeyin hayali içe sembol olarak yansıtılır ve bu evreye ayna evresi denir. Sonra iç dünyada onunla uzlaşılır. Lacan bunu özdeşleşmek için gereken amansız takipten vazgeçme olarak nitelendirmiştir.

Psikolojik olarak sembollerin nasıl değerlendirildiğini ve ünlü psikanalistlerin bu konudaki yaklaşımlarını ele aldığımız bu psikoloji odaklı yazımızı beğendiyseniz sitemizde yer alan Klasik Koşullanma: John Watson ve Küçük Albert Deneyi adlı yazımıza göz atabilirsiniz.

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler