Bu yazımızda mitoloji tarihinde yaptığı heykele aşık olan Pygmalion’un hikayesi ve bu mitolojik hikayenin bize getirdiği Pygmalion etkisini inceledik.
Pygmalion’un aşık olduğu heykele duyduğu güçlü istek üzerine hayat bulmasıyla ortaya çıkan Pygmalion Etkisi ve bu etki üzerine yapılan Rosenthal-Jacobson çalışması’nın ne olduğunu gelin birlikte inceleyelim.
Yaptığı Heykele Aşık Olan Pygmalion’un Hikayesi
Kıbrıs Yarımadası’nda yaşayan Pygmalion adında bir yontu ustası varmış. Pygmalion insanlarla pek anlaşamaz, onlarla konuşmayı, gezmeyi de pek sevmezmiş. İnsanlara olan ilgisizliği insanlar tarafından da hor görülmesine neden olurmuş.
Bunun yerine yaptığı heykellerle dertleşir, onlara içini döker ve zamanının neredeyse hepsini onlarla geçirirmiş . Yaptığı işe aşık olan Pygmalion, Heykellerini yaparken en güzel taşları seçer ve onları özenle bir bir yontarmış.

Yaşadığı yerdeki kadınlar aşk, bereket ve güzellik tanrıçası olan Aphrodite’e gereken saygıyı göstermedikleri için lanetlenerek ahlak yoksunu birer insan haline gelmişler.
Haliyle Pygmalion’un çevresindeki kadınlardan dolayı aşka olan inancını yitirmiş ve kendisine göre doğru olan kadını asla bulamayacağını düşünmeye başlamış.
Bu inançsızlık ona hayalindeki kadının heykelini yaptırmaya başlatmış.
Fil dişinden yaptığı kadın heykeli sanki diğer kadınların kötü yönlerini heykelin üzerinde yontmuş gibi kusursuz görünüyormuş. Heykel o kadar muazzammış ki onu gören herkes daha güzel bir kadının varlığından söz edemez olmuş.

Pygmalion, yaptığı heykeli rüyasında kanlı canlı bir kadın olarak görmeye başladığında onu kalbindeki tüm sevgiyle besliyor, onu gerçek bir kadınmış gibi giydiriyor ve nezaketle yaklaşıyormuş. Zaman geçtikçe Pygmalion, Galatea adını verdiği heykele kendisini kaptırmış ve artık ona aşık olmuştu.
Pygmalion, Aphrodite’i anma töreninde yaptığı heykel kadar güzel olan bir kadını karşına çıkarmasını istemiş ondan. Aphrodite bu zavallı adamın yakarışlarına kulak vermiş ve evinde bulunan o muazzam kadın heykeline bir hayat bağışlamış.
Pygmalion yaptığı heykele dokunduğunda pürüzsüz tenin altında atan damarları hissetmiş, yaptığı kadın heykeli rüyalarındaki gibi canlanmıştı. Artık sevgisine karşılık alacağını umuduyla ve dileğinin gerçekleşmesinin sevinciyle dünyalar onun olmuş.

Pygmalion ve Galatea’nin evlenmeleri üzerine artık Pygmalion insanlarla konuşmaktan keyif alır olmuş ve zamanını daha iyi yönetmeye başlamış. Hatta iki tane çocukları olmuş ve böylece kısa hikayemiz mutlu sonla sona ermiş.
Günümüzde bir heykelin hayat bulması mümkün değildir elbette ancak bir şeyi ne kadar çok istersek gerçekleşme ihtimali o kadar çok artar. Şimdi gelin bu hikayenin bize verdiği Pygmalion Etkisi’ni inceleyelim.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Pygmalion Etkisi Nedir?
Pygmalion etkisi, düşüncelerimizin davranışlarımıza yansıma biçimidir. İnsanların birbirine karşı beklentisi sonucu bu beklentiye denk düşen davranışlar olarak da açıklanabilir.
Bir kişinin kendinden üstün gördüğü kişiyi baz alarak kendisini o yönde geliştirmesi ve kendi potansiyelinin üstüne çıkmasıyla oluşur.
Yani kişi kendinden ya da bir başkasından olan beklentilerini yüksek tutması sonucu aynı şekilde psikolojik olarak kendisini yüksek beklentiye hazırladığı için yüksek bir sonuç elde etmesidir ya da kişinin bir süre sonra beklentilere denk davranışlar sergilemesidir.

Kısaca kendimizden beklediğimiz ve düşündüğümüz şeylerin gerçek olabilme ihtimalidir.
Ayrıca beklentilerimizi kontrol etmenin aslında hayatımızı kontrol altına almak olduğunu da unutmayalım ve önce kendimize sonra karşımızdaki kişilere yaptığımız işte en iyi olduğumuzu hissettirerek işe başlayalım.
Örneğin; bir şeyi kırk kere söylerseniz gerçek olur, sakınan göze çöp batar ve aklıma gelen başıma geldi gibi günlük hayatta sıkça duyduğumuz sözler Pygmalion etkisine örnektir.
Pygmalion etkisini, Matrix ve Star Wars: Revenge of the Sith filmlerini izlediyseniz orada da görebilirsiniz.
Rosenthal-Jacobson Calışması
Robert Rosenthal, ön yargılı beklentilerin gerçekliği etkileyebileceğini düşündüğü için araştırmacı olarak çalıştığı California’daki bir ilkokulda, okul müdür Lenore Jacobson ile 1971‘de bir araştırma yürüttü.
Okuldaki bir grup öğrenciye IQ testi yapıldı ve öğrenciler rastgele seçilerek iki farklı sınıfa konuldu. Öğretmenlere bir sınıfın potansiyeli yüksek öğrencilerin olduğu, diğer sınıfın ise potansiyeli düşük öğrencilerin olduğu söylendi.
Öğretmenler bu bilgilere göre hareket ederek potansiyeli düşük olduğu düşünülen sınıftan beklentileri düşük olurken potansiyeli yüksek olduğu düşünülen sınıftan beklentileri yüksek olmuştur.
Aradan geçen bir yılın ardından tekrar bir IQ testi yapıldı ve potansiyeli yüksek olduğu düşünülen sınıfın IQ testleri yüksek çıkarken potansiyeli düşük olarak düşünülen sınıfın IQ testleri düşük çıkmıştır.
Halbuki ilk başta yapılan testin sonucuna bakılmaksızın sınıflara yerleştirilen öğrencilerin testlerinde gerçekten de beklentilere denk bir şekilde yükselip alçalma olmuştur.
Bu da bize; öğrencilerin öğretmenlerin beklentilerine göre davrandığını, öğretmenlerin ise testin sonucuna göre bir beklentiye kapıldığını gösterir.
Günlük hayatta da bir çok ön yargıya sahibiz. Çevremizdeki kişilere karşı olduğu kadar kendimize de bir o kadar ön yargı ile yaklaşırız.
Ayrıca mitolojik olaylar ilginizi çekiyorsa, sitemizde yer alan “Herostratus’un Hikayesi: Herostratik Şöhret Nedir?” adlı yazımıza göz atabilirsiniz.