Marmara Bölgesi’nde yer alan tarihi ve doğal güzellikleriyle ünlü Uludağ’ın tarihi, Uludağ’ın medeniyetlere olan etkisi ile bu uygarlıkların dağdaki izleri ve Uludağ ile ilgili merak ettiğiniz tüm detaylar.
Yeryüzünden geçerken Uludağ’a rastlamış her toplumun öyküsü farklı. Öyle ki sadece değiştirdiği isimlerle bile macerasını takip etmek mümkün: Olympos, Olympos Mysia, Cebeli Ruhban, Keşişler Dağı, Uludağ.
Peki Marmara’nın devini evi yapan insanlar kimler? Bu dağa nasıl yerleştiler ve nasıl yaşadılar? Tanrıları ağırlayan dağın, günümüzün büyük kayak merkezlerinden biri oluşuna kadarki macerasını ona verilen isimlerle inceledik.
İçerik Başlıkları
Dağın Künyesi
Bursa ili sınırları içinde, 2543 m yüksekliği ile Uludağ, Marmara bölgesinin en yüksek dağı. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan Uludağ’ın uzunluğu 40 km‘yi bulur.
Genişliği ise 15-20 km‘dir. Toplu ve heybetli bir görünüşe sahip olan bu dağın Bursa’ya bakan yamaçları kademeli, güneye Orhaneli’ne bakan tarafları ise düz ve daha diktir. En yüksek noktası Kartaltepe’de 2543 m’dir.
Antik Çağ’da Olympos
Doruğu gökyüzündeki bulutlara kadar uzanan dağlara tanrıların yerleşim edindiği inancı Sümerlerden gelmiş. Mitolojide Zeus, Apollo gibi birçok tanrının ambrosia (sonsuz hayat veren bal) yiyip nektar içtikleri, şölenler düzenledikleri ve Truva Savaşı‘nı bu dağdan seyretiği yer alıyor. Yüksek dağ, tanrıların dağı anlamına gelen Olympos ismi de buradan geliyor.
Antik Çağ‘da döneminin ilk tarihçilerinden Heredot‘un M.Ö. 5.yüzyılda yazdığı Heredot Tarihi‘nde, Lydia kralı Kroisos’un oğlu Atys’in bu dağda yaşadığı trjedeyi anlatırken dağ için kullandığı isim ”hep parlayan” anlamındaki Olympos‘tur.
M.Ö.1200 yıllarında Anadolu’da hüküm süren Hitit Devletinin yıkılması ardından Bursa bölgesi, Balkanlardan Anadolu’ya giren Bityn ve Tynin gibi toplulukların istilasına uğramış, bu akraba topluluklar daha sonraları birleşerek bölgede Bithynia krallığını kurmuşlar. Bölgenin daha güneyi ise Mysia antik bölgesi içerisinde kalıyor, coğrafyacı Strabon, “Geographumena” (Coğrafya) adlı kitabında dağın Mysialılar ile özdeşleştiğini ve yoğun Mysia nüfusu barındırdığı için dağa Olympos Mysia isminin bu dönemki yerleşik halktan gelidiğinin bilgisini veriyor.
M.Ö. 545-333 yılları arasında Pers hakimiyeti altına giren bölge, M.Ö. 333 den sonra Persleri yenerek Anadolu’yu ele geçiren Büyük İskender hakimiyeti ile tanışmış ve onun kısa süren yaşamı sonrası oluşan Hellenistik dönem krallıkları arasında Bithynia Krallığına bağlanmıştır. Bugünkü Bursa şehrinin temelini oluşturan antik Prusia kenti ise Bithynia krallarından I.Prusias tarafından kurulmuş, adını bu kraldan almıştır.
Kril alfabesinin temeli olan Glagolitik alfabenin Fridyekızık Köyü üstündeki Polihron Manastırı’nda Bizans din görevlileri Constantin Cyrill ve Methodius kardeşlerce oluşturulduğuna dair bulgular mevcut.
Uludağ’ın Tabiat Zenginliği
Aşşablar, yani Bizans’ın bitki alimleri, üçüncü cemre düşümüyle beraber şifalı bitki toplamaya Olympos’a çıkıyorlardı. Günümüzde resmi kayıtlara göre dağda kayda geçmiş;
- 350 m’den itibaren: defne, zeytin, katran ardıcı, fındık, laden, funda, kızılçam,
- 350–700 m arası: kestane, akçakesme, erguvan, koca yemiş, dağ çileği, zeytin, katırtırnağı, Girit ladeni, mazı meşesi, gürgen, kızılcık, alıç, geyikdikeni, sırımbağı, yabani defne, karaağaç, kayın, titrek kavak, karaçam,
- 700–1000 m arası: kestane, kayın, sapsız meşe, titrek kavak, karaçam, alıç, geyikdikeni, muşmula,
- 1000-1050 metreden itibaren: kayın ormanları 1500 metreye kadar ulaşıyor ve
- 1500–2100 m arası: Uludağ köknarı, bodur ardıç, yaban mersini, ayı üzümü, yabani gül, geyik dikeni, çoban üzümü, söğüt, karaçam, kayın, gürgen, titrek kavak, sırımbağı, yoğurtotu, kekik, bitotu, misk soğanı, hindiba, bahar yıldızı, çok çiçekli gelincik, yabani elma ve birçok şifalı ve zehirli ot mevcut.
Bizans Dönemi’nde Keşiş Dağı
Roma İmparatoru I.Constantinus M.S. 313’te Milan Fermanı‘nı yayınlıyor ve Hristiyanlar dini yaşama özgürlüğü ve cemaat serbestliği tanıyor. Bu özgürlüğün, yıllarca farklı yaşam biçimlerinin ortaya çıkardığı zıt görüşlerin gerilmesi nedeniyle sonuçları oluyor: Dinler ve mezhepler arası karşıtlıklar. Bu karşıtlıklar aslında dini çizimlerin ve ikonların kullanımının yasaklanmasıyla başlıyor.
III.Leo’nun İkonoklazm isimli bu hareketi, yeni üretimlerin durmasını ve yok etme eğiliminde olanlarca var olanın tahrip edilmesini getiriyor. İkonların putlaştırıldığını düşünen öfkeli kesim, tersini yaşama arzusunda olan keşişleri şehirde barındırmayınca, 8.yüzyıl dönemine denk gelen keşiş akını başlıyor.
Din adamları Olympos’a çıkarak mağaralara, inançlarının gereklerini yerine getirebilmek için kiliseler, inançlarının öğretilerini aktarabilmek için zaviye ve manastırlar kuruyorlar. Bu karşıtlıklar o denli seviyelerdeymiş ki azizler kurdukları yapılara, uğradıkları saldırılar nedeniyle yer altı tünelleriyle ulaştıkları sığınaklar da inşa etmişler.
Dr. Osman Şevki’nin kayıtlarında, ”dışarıdan yapılan bir taarruzda keşişler bu yollara dalarak selamete çıkıyorlardı. Mabetlerin arşivleri, kitapları ve kıymetli sayılan eşyası da bu gizli yerlerde saklanıyordu. Tehlike kaybolunca yerlerine dönen papazlar, manastırlar yıkılmış olsa da bu gizli yerlerdeki eşyalarını kurtarabiliyordu” olarak yer alıyor.
Zaviyelerde en fazla on kişi bulunur, mabetler manastır biçiminde olurmuş. Manastırlardan ve civarından uzak yerlerde de ayrı yalnızlık yerleri olurmuş. Bunlar ya bir yaylanın köşesinde kurulmuşlar ya da bir in, taşlar arasında bulunan bir mağara, bazen de bir taslak bina, bir kulübe halinde bulunur ve buralarda yaşayanlar tam manasıyla münzevi hayatı geçirirlermiş ve bütün insanlardan uzak yaşarlarmış.
Dağın Misafirlerinden Bir Keşiş: Aziz Joannicius
Bazı keşiler tam anlamıyla inziva çekilmiş olarak yaşamış, bazıları ise topluluk halinde yerleşerek ömürlerini tamamlamışlar. Keşişler Dağı’nda yaşayıp ölmüş bir isim olan Aziz Joannicius, 752 yılında bugünün Bursa topraklarına ait bir köyde doğuyor.
Genç yaşlarda, askeri katılımlarının olduğu dönemde ruhani bir hayat yaşamak istediğine karar veriyor ve Keşiş Dağı’nda bir manastıra öğrenci oluyor. Manastıra yeni giren keşişlerin isimleri değişiyormuş, saçları kesiliyormuş ve kıldan yapılma bir gömlek giymeleri gerekiyormuş.
Manastırda geçirdiği iki yılın ardından ayrılan Aziz Joannicius dağda asetik, yani çileci, bir yaşam sürmüş. Bu yaşama dair efsaneler mevcut: Tanrıya yakınlığı nedeniyle görünmez olabildiği, evlenmek için manastırdan kaçan bir kadını dualarla geri döndürdüğü, bir adayı yılanların istilasından kurtardığı gibi inanışlar var.
Yaşadığı hayat şekli, bakış açısı, mücizeleri ve ikonofilin yani, azizlere ve ikonlara saygı düşüncesinin, yaygınlaşmasıyla Aziz Joannicius’u hem katolikler hem de ortodoks kiliseleri örnek teşkil eden bir isim olarak kabul ediyor ve ilahilerinde bu isme yer veriyor. Dağ, hristiyan inancına göre ”İlk Keşişler Dağı” olarak kabul edilmiş.
Osmanlı Dönemi’nde Cebeli Ruhban
Orhan Gazi’nin Bursa fethinden sonra keşişlerin yaşadığı manastırların bir kısmı terk edilmiş, bir kısmına da Abdal Murat, Geyikli Baba, Doğlu Baba gibi Müslüman dervişler yerleşerek inzivaya çekilmişler.
Evliya Çelebi ”Seyahatname” isimli eserinde ”Cebeli Ruhban” (Rahipler Dağı) ismiyle bahsediyor dağdan: Ayasofya’daki din adamlarının perhizle (Hristiyan ve Yahudilerin belirli günlerde hayvansal ürün tüketmedikleri oruç) meditasyon yapmaya Uludağ’a çıktıklarını kaleme alıyor:
Ayasofya’dan bıtrîk [patrik] ve râhibler viyâzat ile [nefislerini körletip çile çekerek] tayerân edüp [uçup] bu cebelde meşk cdüp sakin olurlardı [otururlardı]. Anınçün Keşiş Dağı derler. Bursa şehrinin cânib-i kıblesinde [kıble yönünde] şehre hâ’il [kapatan], eflâke ser çekmiş [gökyüzüne baş uzatmış] bir kûh-i bâlâdır [yüce dağdır].
Bursa’nın fethinden sonra Osmanlı halkı dağa, ”Keşiş Dağı” diye seslenmeye başlamış. Bu isim o kadar yaygınlaşıyor ki, Keşiş Dağı’ndan yani Marmara Deniz’inin güney doğusundan esen rüzgara ”Keşişleme” ismi veriliyor.
Keşiş Dağı’nda bulunan Softaboğan ismi verilen bölgede Yavuz Sultan Selim’in kardeşlerini ve çocuklarını tahta rakip çıkmamaları için “kardeş katli vaciptir” gereğince boğdurduğu bölge olarak tarihe geçer.
Günümüza ulaşmış deliller yok ama Bursa yerlisi, iyi eğitim almış ve insanlıklarının temiz olduğuna inandıkları bu şehzadelerinin öldürülmesinden razı olmadıklarından halk arasında bu bölgenin ismi efsanesiyle birlikte Softaboğan olarak geçiyormuş.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Uludağ
Dr. Osman Şevki bey 1925 yılında Keşiş Dağı’nın zirvesine çıkarak Cumhuriyet tarihindeki ilk tırmanışı yapmış. Heybetinden etkilendiği dağ için Bursa Vilayeti Coğrafya Cemiyeti’ne isim önerisinde bulunmuş ve bu isim yıllar sonra soyadı kanunuyla aldığı soy isimle aynı olmuş: Uludağ
Dr. Osman Şevki Uludağ, Uludağ’ın ilk kuzey çalışmalarını yapmış ve keşiflerinden sonra yazdığı ”Uludağ Tapınakları, Keşişleri ve Dervişleri” isim kitabında bölgeyi vadili derelerle ayrılan üç bölgeye bölmüştür: Nilüfer-Gökdere, Gökdere-Kaplıkaya, Kaplıkaya-Deliçay.
Üç bölgede toplam 28 yapı bulunduğu kayda geçmiş.
- Nilüfer-Gökdere arasındaki batı bölgesinde: Perler, Aqorlar, St. Agopolos, Lökadlar, Abramitler, Bale, St. Zekeriya, Trikalis, SSt. Nicola, t. Konstantin ve Kadınlar manastırı,
- Gökdere-Kaplıkaya (Sobran) Deresi arasındaki orta bölgede: Sakküdiyon, Libyana, Mezolimp manastırları ile Del Zaviyesi,
- Kaplıkaya ile Deliçay arasındaki doğu bölgesinde: Kril, Hadımlar, Sinsel, Semboller, Gradina, Smilaykyon, Pissadini, Fotinodyus, Oelmat, Monokastonon, St. Antuan Lö Jön ve St. Jorj manastırları yer alıyor.
Manastırların içinde taştan masa ve sandalyeler, kupalar, heykeller, resimler, şamdanlar olduğu söyleniyor. Günümüzde kiliselerde kullanılan ikonografinin minimal boyutları mevcuttu tahminen.
Uludağ’da gezinirken manastır kalıntılarına denk gelmek mümkün. Din adamları gizli yerlere sakladıkları kıymetlilerini dönülmez gidişlerinin ardından oldukları yerde bıraktılar.
Üstlerine toprak oturmuş her bir kalıntının içi tarihsel kıymetlerle dolu. Manastırlar, içindeki bu ikonlar nedeniyle hazine avı hedefi haline gelmiş. Keşiflere öncülük etmek, definecilerin önünü kesmek ve bulunan izleri koruma altına alabilmek adına Bursa Büyükşehir Belediyesi ”Uludağ Mağara ve Manastır Araştırma Ekibi” kurmuş. Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi’ne bulunan tüm yapılanmalar, ekibin yer göstermeleriyle kayda geçirilmiş.
Günümüzde Uludağ’daki manastırlarla ve kayda geçirilmemiş keşiflerle ilgili çeşitli hazine haritaları var. Bu haritaların peşine düşen definecilerin sayısı az değil. Dar girişli mağaralara girebilmek için kullanılan yollar, uzmanları tarafından yapılmadığında dokuyu bozuyor.
Mağaralara girmek için kullanılan dinamitler can kaybı da yaratıyor. Kaybolanlar, sıkışanlar ve düşenler Arama Kurtarma ekiplerince bulunmaya, kurtarılmaya çalışılıyor.
Bu sebeplerle dağ keşifleri profesyonel ekiplerle ve gerekli teçhizatlarla yapılmalı. Ve bilmekte fayda var: telefonun bataryası olduğu sürece sinyal alamıyor olsa da 112’ye ulaşabilir.
Tarihin gizemli yanları ilginizi çekiyorsa; sitemizde yer alan ‘’Bilginin Sessiz Koruyucuları: En Eski 8 Antik Kütüphane’’ adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.