24 yıl boyunca 13 albüm yayınlayan İsveçli progresif metal müzik grubu Opeth’in modern metal müzik tarihine kazandırdığı en iyi ve en kötü şarkılarını listeliyoruz! Konsept sizi yanıltmasın aslında Opeth’in isminin geçtiği herhangi bir yerde en kötü yaftasının absürd kalacağını bildiğinizi varsayıyorum.
İçerik Başlıkları
- 1 Progresif Metal Müzik Grubu Opeth Hakkında Bilmeniz Gerekenler
- 2 1. Orchid (1995)
- 3 2. Watershed (2008)
- 4 3. Heritage (2011)
- 5 4. Morningrise (1996)
- 6 5. Damnation (2003)
- 7 6. My Arms, Your Hearse (1998)
- 8 7. In Cauda Venenum (2019)
- 9 8. Pale Communion (2014)
- 10 9. Sorceress (2016)
- 11 10. Ghost Reveries (2005)
- 12 11. Still Life (1999)
- 13 12. Deliverance (2002)
- 14 13. Blackwater Park (2001)
Progresif Metal Müzik Grubu Opeth Hakkında Bilmeniz Gerekenler
Metal müzik tarihine şöyle bir baktığımızda adını eskitmeyen ve ilk günkü gibi diriliğini koruyan az grup vardır. Bu gruplardan en değerlisi ise şüphesiz Opeth grubu. Modern metal müzikte kendine özgü bir niş oluşturan nadir progresif metal gruplarından olan Opeth’in Death Metal ve Progresif Metal çevrelerinde husursuzluğu perçinleyen en yaratıcı grup olarak kabul ediyoruz. Bu kabulü ise şarkılarında oluşturdukları hassas akustik ses ortamları, ezici Death Metal riffleri, son derece etkileyici gitar soloları, verdiği gotik hissiyatı, acımasız, hırıltılı vokalleri ve epik uzunluktaki şarkılarına borçluyuz. 1989 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde Mikael Åkerfeldt liderliğinde kurulmuş olan Opeth yenilikçi tarzlarıyla adından sıkça bahsettiren daimi gruplardandır. İlk çıkardıkları melodik death metal albümü Orchid ile ünlenen grup daha sonra Steven Wilson beraberliğinde Blackwater Park albümüyle çıtayı iyice yükselttiler. O günden bugüne grup vinil nostaljiye dayalı otantik bir müzikal kimlik arayışında!
Opeth Grubunun Üyeleri
- Mikael Åkerfeldt: Söz yazarı, gitarist ve vokalist
- Fredrik Akesson: Gitarist
- Martin Méndez: Basçı
- Joakim Svalberg: Klavye
- Martin Axenrot: Davulcu
Öyleyse müzikleriyle dinleyenleri büyüleyen progresif metal müzik grubu Opeth grubunun sıralı en iyi 13 albümünü inceleyelim.
1. Orchid (1995)
Opeth’in ilk çıkış albümü olan Orchid haliyle listemizin en kötüsü. En az progresif müzik unsurları içeren tam bir death metal albümü olan Orchid, Opeth’i üne kavuşturan bazı şarkıları barındırıyor olsa da melodik death metal dinlemek ve Opeth’den soğumak isteyenler için birebir! Yine de Death Metal’den hoşlanmasanızda bu tınılarda gelecek vaadeden ve sizi etkisi altına alan hisler yakalayabiliyorsunuz.
Peki, “Bu albümü o kadar kötü yapan ne?” diye soracak olursanız onunda cevabını vermeliyiz ki savımızı destekleyelim. Öncelikle bateristin Opeth’in efsanevi davulcusu Martin López‘in seviyesinin katbekat altında olduğunu söyleyebiliriz.
Mikael Akerfeldt‘in tiz, homurtusu yüksek ve temiz vokalleri henüz yeterli olmayan vokal yeteneğinin habercisi. Düpedüz anlaşılmaz bir sesinin olması da cabası. Ayrıca bir süreden sonra sıkıcı gelmeye başlayan gitar tonları ve akor yapılarının Opeth’in alışkın olduğumuz tarzından uzak bir doğru çizmesi örnek gösterilebilir.
Eksiklikler sadece bunlarla sınırlı da değil. Özellikle bir vokalden başka bir vokale geçişte yaşanan tuhaf sıçramalar ve şarkı içinde yer alan gereksiz boşlukları da dillendirebiliriz.
Kannımca bu eksikliklere rağmen Orchid albümünde Opeth’in geleceğine ışık tutan incelemeye değer dört parça var: “In the Mist She Was Standing“, “Under the Weeping Moon“, “Forest of October” ve “The Twilight is My Robe“. Bu şarkıların güçlü yönlerinden biri Martin Méndez’den duyacağınızdan tamamen farklı bir tarza sahip olan bas partisyonunda yatıyor. Bazı akustik aralıklar Orchid ve Morningrise’da duyacağınız ortaçağ-folklorik tınılarına bürünüyor.
Saydığımız dört parça haricinde ne yazık ki Orchid’de sıralamayı düşüren gerçekten sorunlu parçalar var. İlk sorun Silhouette parçasında oldukça yetkin olan piyano solosu albüme rastgele atılmış gibi görünüyor. Dolayısıyla diğer parçalarla karşılaştırıldığında duygusal açından oldukça yetersiz kalmış. “Requiem” akustik açıdan durumu kotarsa da “The Apostle in Triumph” ile albümün yokuş aşağı gittiği yer pekiştirilebilir.
2. Watershed (2008)
Kışkırtıcı bir albüm başlığına sahip Watershed Opeth’in yeni bir şeyler denediği bir geçiş çalışması.
Ghost Reveriers ile adından sıkça bahsettiren klavyeci Per Wiberg‘in soluk klavye solosuyla akıllara kazınan kompozisyonundaki çılgınlıklarına dem vurduğu bir albüm olan Watershed, Opeth’in daha hafif ve yumuşak yönlere gittiğinin bir kanıtı. Tabi grubun standartlarının çok ötesinde olan bir yaklaşımı benimsemiş olması Watershed’i harika bir albüm yapmaz. Kaliteli prodüksiyon temiz vokaller… Ancak burada gerçekten akılda kalıcı birkaç şarkıdan fazlası yok! “Coil” ve “Heir Apparent” akıcı bir başlangıç yaparken “The Lotus Eater” ile progresif metale saygı duruşu ve “Burden” ile daha sofistike, “Damnation” albümündeki gibi bir tarz yaratması dışında vasatlıktan öteye geçmiyor. Çünkü kompozisyonlar gereğinden fazla parçalanmış, ağır ve yumuşak bölümlerin gelişmesi için fazla zaman yok. Ayrıca şaşırtıcı rifflere pek rastlanmıyor. “Porcelain Heart“ün 1.30’daki riffi bu niteliğe sahip olmasına rağmen sürdürülemiyor. Entelektüel açıdan baktığımızda bu albümün aslında yaptıkları en ilerici şey olduğunu düşünebiliriz.
3. Heritage (2011)
Opeth, Death Metal etiketlerine rağmen aslında tam olarak Death Metal’in radikal fikriyatından uzakta kendi oluklarını oluşturarak yürüdüğü yolda progresif metal ile daha yakından ilgilendi. Ancak yaptığı deneysel müzikle ilerici rock’ın gösterişli dünyasında aşırı metalin itici radikalliğinden uzakta hayran toplayabilen ve duygusal olarak bağ kurabilen bir sahne oluşturdular.
Watershed’den sonra deneysellik dozunu bir tık daha arttıran Opeth Heritage albümüyle ağır – yumuşak -yumuşak – ağır şablonundan vazgeçti. Kükremeler ve eskilerin kontrbas sesleri gitti yerine ne idüğü belirsiz bir şey geldi. Tam olarak ne progresif ne metal olan bu yeni; bir yandan gotik bir yandan folk bir yandan da deneysellik akan tarz Mikael Akerfeldt’in plak koleksiyonunda topladığı tüm tuhaf albümlere saygı duruşunda bulunan bir sanat eseri gibi.
Aslında Opeth’in hiçte yabancısı olmadığı bu tür 2003 yılında piyasaya sürdükleri “Damnation” ile benzerlikler taşıyor. Yine de sofistike, kasvetli ve güzelliğine sual olunmaz Damnation’ın aksine sert vuruşlar ile kaosu körükleyen Heritage, dinleyiciyi yorgun ve şaşkın hissettiriyor.
Albümün bazı kısımları çok ağır olmasına rağmen asla metalik bir hava katmıyor. Elbette Opeth’in alametifarikası olan parmak tarzı akustik pasajlardan bazıları var. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, önceki albümlerinde duyduklarımızdan çok daha azı.
4. Morningrise (1996)
Opeth’in ilk albümünden sonra çıkardığı Morningrise‘da grubun tarzının yavaş yavaş oturduğunu gözlemleyebiliriz. Progresif unsurlar, akustik aralar içeren melodik Death Metal…
Mikael Åkerfeldt’in metal homurtularından sıcak, ince ve net sesine geçtiği anlar paha biçilemez! Bu albümde çok sayıda 10 dakikayı geçen şarkı var. Ancak şüphesiz öne çıkan 20 dakikalık bir Opeth klasiği olan “Black Rose Immortal” en değerlisi. Bir diğer önemli şarkısı ise “To Bid You Farewell“. Belki de Opeth’in şimdiye kadar ki en iyi şarkılarından biri! Çünkü saf progresif unsurlar iceriyor. Bir yandan da Pink Floyd ve Porcupine Tree‘ye benziyor.
Peki ya Morningrise Opeth’e başlamak için iyi bir seçim mi? Evet olabilir. Favorimiz olmasa da Opeth’in agresif ve yumuşak anları, harika gitar soloları, epik ve saf progresif olarak kabul edilebilecek ilk şarkısı için dinlenebilir.
5. Damnation (2003)
Heritage, kariyerlerinin tam ortasında bir yere konuşlansa da Opeth’in bu tarzda yaptığı ilk albümü değildi. Deliverance’in devamı niteliğinde olan Damnation albümü grubun tarzından bağımsız bir türe eşlik ediyor. Özellikle Porcupine Tree ve Camel müzik gruplarının tarzını yansıtan albüm dinleyenleri Opeth evreninin uçlarında kısa bir gezintiye davet ediyor.
Damnation başta da belirttiğimiz üzere grubun en acımasız albümü Deliverance ile eş zamanlı olarak kaydedildi. Ancak bir sene sonra piyasaya sürüldü. Nitekim her iki albüm kıyaslandığında bu iki albümün de Opeth’in elinden çıktığını düşünmek oldukça zor.
Opeth’in dört üyesi harika çalıyor olsa da Mikael Åkerfeldt’in harika vokalini takdir etmezsek olmaz.
6. My Arms, Your Hearse (1998)
Opeth’in üçüncü albümü olan My Arms, Your Hearse yine aynı orantıda bir geçiş albümüdür. Daha önceki albümlerde prodüksiyon olarak zayıf kalan Opeth bu albümle birlikte iyileştirme aşamasına geçti. Uzun ezgi süreleri kısaldı. Kıvrımlı yapılar ve melodik sapmalar dışında kalan sert riffler azaldı. Albümün önceki iki sürümüne göre riffler ve akustik geçişler net ve yüksek sesli olarak düzenlendi.
My Arms, Your Hearse, kontrapuntal yapıya uyarlanıp akustik gitar ve korku atmosferini ezgiye katmayı başarmış ilk gerçek klasik olan “Demon Of The Fall” şarkısıyla öne çıkmıştır. Ayrıca albümde yer alan her şarkının son cümlesi kendinden sonra gelen şarkının başlığını oluşturur.
7. In Cauda Venenum (2019)
Death Metal ve Progresif Metal arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran efsanevi müzik grubu Opeth’in Orchid ile çıkışından bu zamana kadar hibrit modda duruşu takdire şayan!
Grubun 14. stüdyo albümü olan In Cauda Venenum‘da psychedelic rock, folk rock ve progresif metal unsurların bir araya geldiği karmaşık melodilerle harika parçalar hazırlanmış. Opeth bununla da kalmayıp dönemine göre oldukça ilginç bir şey deneyerek albümü hem İngilizce hem de İsveççe formatta piyasaya sürdü. Dil farklılıklarına rağmen her iki albümde neredeyse birbirinin aynı. Ancak grubun ana dili İsveççe‘nin şarkının sözleri ve kompozisyonal düzeniyle armonik uyumu oldukça bağlantılı. Aynı atmosferi ingilizce olan formatta yakalamanız içten bile değil!
8. Pale Communion (2014)
Opeth’den daha havalı olan bir grup ismi söyleyebilir misiniz? Hayır mı? Kesinlikle katılıyorum.
İsveçli progresif rock grubu Opeth’in on birinci stüdyo albümü olan Pale Communion, Travis Smith‘in kapak tasarımıyla retrograd ve vintage esintilerini hissettirmeye devam ediyor.
Mikael Åkerfeldt’in temiz vokalleri, mellotronun retro ezgisi, müziği ağır metalin dışında tutarak grubun tarzını yansıtıyor. Özellikle “Eternal Rains Will Come” şarkısı karanlık klavye dokunuşlarıyla bazı unutulmaz armonik progresyonlar sergiliyor. “Moon, Above, Sun Below” ile Opeth’in benzer beste yapılarını yoğun ve melankolik pasajlarla yeniden tanıyoruz. Melodinin aniden tırmanarak yeni bir havaya girmesi ise oldukça başarılı. Son parça “Faith of Others” yaylılar, klasik düzenlemeler ve Landberk grubundan çok uzak olmayan bazı akustik progresif rocklarla dolu.
Opeth’in melodik müziğine aşina olanlar için dinlenilesi en iyi albüm.
9. Sorceress (2016)
Kasvetli ve hırıltılı death-metal eğilimlerinden ayrılan Opeth’in Sorceress albümünde birkaç akustik melodi ve ağır metal ayrıntılarıyla ilham perisini takip ederek sanatın sınırlarını zorlayıp daha da müzikal olmaya yöneldiğini anlayabiliriz. Özellikle albüm kapağının Opeth evreninde karşılaşılabilecek en iyi albüm kapağı çalışması olması takdire şayan!
Albümün kapağında Travis Smith‘in yorumuyla turuncu ve turkuaz tonlara sahip gururlu bir tavus kuşu ve altında yatan ceset ve kemiklerden oluşmuş bir tepe tasviri yer alır.
Neyse ki albümdeki şarkılar grubun tarzına uyumlu sürekli olarak sınırları sarsan rahat bir ritme sahip.
Metalin tuhaf bir yansıması olan “Sorceress” ve oldukça ortaçağ havası taşıyan “Persephone” albümün en iyileri…
10. Ghost Reveries (2005)
Ghost Reveries, My Arms, Your Hearse ve Blackwater Park albümlerini anımsatan vokallere ve rifflere sahip. Bu nedenle midir bilinmez karanlık ve çok acımasız! Bu albümün “Atonement“, “The Grand Conjuration” ve “The Baying of the Hounds” gibi parçalarında Deliverance albümünde denediklerine benzer birçok deneysel yön var. Ayrıca “Blackwater Park” ve “Damnation” türevi seslere sahip akustik enstrümanlar yer alıyor. Klavye kullanımında ise ağırlıklı olarak Mellotron yer alıyor.
“Atonement” adlı şarkı senfonik rock türünü prog-rock’a adapte etmiş gibi. Çoğunlukla enstrümantal bir parça. “The Grand Conjuration” ise harika bir davul çalışması olan Deliverance albümünü gölgede bırakıyor. Bilhassa açılış bölümündeki davul vuruşları oldukça orijinal.
Ghost Reveries, Opeth’in alamet-i farikası haline gelen kasvetli havasının hayaletimsi, lirik ve kavramsal bir anlatımı. Bu albümde bulacaklarınız kuş, böcek, çiçek değil! İblisler, ritüeller ve uğursuz ne varsa hepsi bir arada. Opeth’i “Damnation” ve “Blackwater Park” ile keşfedenler için bir devam albümü olarak nitelendirebiliriz. Bu gerçekten harika bir albüm ancak en iyisi değil!
11. Still Life (1999)
Tüm zamanların en iyi progresif metal albümü diyebiliriz Still Life için. Albüm öncelikle güzel bir akustik melodiyle başlayıp hemen ardından çılgınlığa evrilen uğursuz “The Moor” parçasıyla devam ediyor. Bu albümü iki kelimeyle anlatmak gerekirse; Saflık ve dinamizm anahtar kelimelerimiz olabilir. Mikael Åkerfeldt’in temiz vokallerini en ince ayrıntısına kadar anlayabilirsiniz. Harika bir konsept albüm olan Still Life şimdiye kadar ki en iyi hırıltıya sahip. “Godhead’s Lament“in folk tarzı, “Benighted“in temiz vokalleri, “Moonlapse Vertigo“nun akustik gitar riffleri Opeth’in en iyi progresif metal albümü olmasında ki en büyük etken. Bu parçalar dışında albümün ağır abisi “Serenity Painted Death” oldukça agresif ve ağır metal unsurlarıyla yüklü!
12. Deliverance (2002)
Geldik, listemizin muhakkak her paragrafında bahsettiğimiz Opeth’in en iyi albümleri listemizin on ikinci sırasındaki grubun 6. stüdyo albümü olan Deliverance’e.
Damnation albümünü anlatırken Deliverance’in aynı yıl birlikte kaydedildiğinden bahsetmiştik. Ve demiştik ki: “Her iki albüm kıyaslandığında bu iki albümün de Opeth’in elinden çıktığını düşünmek oldukça zor.”
Albümün en acımasız şarkısı olan “Wreath” ise bu kıyaslamayı şüpheye yer bırakmadan doğruluyor. Şarkının ortalarında rüzgar ve çan kulesinin çınlaması gibi karanlık bir gitar efekti var. Deliverance’ın en ağır şarkısı olan “Wreath” aynı zamanda samimi hisler besleyebileceğiniz muhteşem bir şarkı.
Tabi sadece bu kadar da değil! Deliverance’ı özel kılanlar arasında karmaşık riffler, death metal homurdanmaları, Akerfeldt’in düşünceli ve derin sözleri… Opeth’i Opeth yapan tüm özellikler resmen bu albümde toplanmış gibi.
13. Blackwater Park (2001)
Death metal hırıltılarının antagonizması ve Mikaels’in net vokalleri, güçlü riffler ve güzel akustik kısımların kutupları hepsi tek bir şarkı içinde! Ama elbette, tarif edilemez bir duyguya neden olan harika melodik gitar soloları var. Evet harikalar harikası Opeth’in alamet-i farikası “Blackwater Park”a hoşgeldiniz!
Eğer Opeth’i ilk kez dinleyecekseniz grubun özgün tarzının en güzel örneği olan “Blackwater Park”tan başlamanızı tavsiye ediyoruz.
“The Leper Affinity” albümün en ideal şarkısıdır. Dinleyiciyi albümde yer alan diğer parçalara hazırlar. Nitekim harika bir açılış şarkısıdır. Hüznü ve öfkeyi birbiriyle harmanlayarak belirsizlikle kaybolur.
Opeth sisli albüm kapaklarına kasvetli bir öz de ekleyerek harika bir şahesere inanılmaz bir başlangıç yapıyor.
“Harvest” daha yumuşak ve sert vokaller gibi apokaliptik gitarlardan etkilenebilecek dinleyiciler için daha uygun. “The Funeral Portrait” hedbanging için biçilmiş kaftan! “Dirge for November‘ın inanılmaz sıcak bir açılışı var. Aslında tüm albüm soğuk sözlere karşı sıcak bir yaklaşım sergiliyor.
Hiç şüphe yok ki Opeth’in dört dörtlük en iyi albümü.