Babylon Filminin Sonundaki Tüm Film Referansları (Montage)

Babylon film referansları

2022 yapımı Babylon filminin final sahnesinde, 56 klipten oluşan sahnede görülen filmlerin tam listesine yer verdiğimiz listemizde, sinemanın seyrini değiştiren en iyi filmler yer alıyor. İşte, Babylon sonundaki filmlerin tam listesi.

Damien Sayre Chazelle’in Babylon filminin finali, sinemaya yön veren sinema tarihinin seyrini değiştiren filmlere referanslar veriyor. Referans içeren sahnenin adı ise Montage. Bu sahne, Diego Calva, Margot Robbie ve Brad Pitt’in başrollerde oynadığı 2022 yapımı Babylon final sahnesinde yer alıyor.

Bu sahne, sinema tarihindeki dönüm noktalarını ve unutulmaz anları yeniden canlandırırken, aynı zamanda Hollywood’un altın çağını, dönüşümünü ve evrimini sembolize ediyor. Chazelle, her bir referansla, sinemanın geçmişine saygı duruşunda bulunurken, aynı zamanda onun gelecekteki potansiyelini de vurguluyor. Bu sahnede, klasik ve modern filmler arasındaki bağlantılar görsel ve tematik öğelerle zarifçe işlenmiş bir klipte buluşuyor. Ve izleyiciyi sinemanın büyülü dünyasına davet ediyor.

Tam olarak 56 klipten oluşan Montage sahnesi Chazelle’nin duygusal-deneysel vizyonunu ve sinema tarihi ile film teorisi konusundaki kapsamlı sevgisini ve bilgisini anlatıyor, ayrıca güzel bir şekilde kurgulanmış.

Ancak klipler çok hızlı geçişlere sahip olduğundan film referanslarının çoğu anlaşılmıyor. Bu nedenle sinemaseverler Babylon filminin final sahnesini anlamakta zorluk çekiyor. Biz de bu nedenle önce Babylon sonunda ne oluyor, sorusunun cevabını yanıtlayıp ardından Babil final sahnesinde görülen tüm filmleri kronolojik olarak listeliyoruz.

İçerik Başlıkları

Babylon Filminin Sonunda Ne Oluyor?

Damien Chazelle’in Babylon filmi, Hollywood’un hem rüya fabrikası hem de karanlık, tehlikeli bir yer olduğu çelişkisini son sahnelerinde etkileyici bir şekilde ele alır. Film, sinema tarihinin bir kutlaması olarak hazırlanan bir montaj ile sona erer. Bu montaj, filmin genelinde yer alan trajik olayları, özellikle de Jack Conrad ve Nellie LaRoy’un trajik kaderlerini, bir nevi örtbas etmiş gibi görünüyor.

Nellie LaRoy, Margot Robbie tarafından canlandırılan, filmlerde yıldız olma hayali kuran bir karakterdir. Filmin sonunda, Nellie’nin Manny’den ayrıldıktan kısa bir süre sonra trajik bir şekilde öldüğü bir gazete kupürü gösterilir.

Gazetedeki habere göre 34 yaşında-muhtemelen kazara aşırı doz alımı sonucu-ölen Nellie, 1938’de Hollywood’daki bir apartman dairesinde ölü bulunduğu belirtiliyor. Bu ölümün ardında Nellie’nin kumar ve uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle büyük borçlar içinde olduğu ve Tobey Maguire tarafından canlandırılan James McKay’in onun peşini asla bırakmayacağını bildiği anlaşılıyor.

Nellie LaRoy ve Manny
Nellie LaRoy ve Manny

Diğer yandan Manny, Hollywood’un tehlikelerinden kaçmayı başarabilen bir karakterdir. Nellie’nin trajik sonu, kendi kendine yok oluşunu ve Hollywood endüstrisinin yıkıcı etkilerini simgelerken, Manny’nin kurtuluşu, bu dünyadan kaçabilenler için bir umut ışığı sunar.

Manny, Hollywood’dan kurtulmasına rağmen, ailesine eski günlerini göstermek için Los Angeles’a geri döner. Ziyareti sırasında, 1952 yapımı “Singin’ in the Rain filmini izlerken, Hollywood’un sessiz film çağından sesli filme geçişini romantikleştiren bu klasiğe tanıklık eder. Bu sahne, Manny’nin Hollywood’a olan karmaşık duygularını ve geçmişle olan bağını gösterir.

Film, Hollywood’un görkemli ve parıltılı yüzünün ardındaki karanlık gerçekleri de açığa çıkarır. Nellie ve Lady Fay Zhu arasındaki ilişki, Hollywood’un 1920’lerindeki sosyal normları ve cinsel ahlak anlayışını yansıtır. Bu ilişki, Hollywood’da imajın ne kadar önemli olduğunu ve dönemin ahlak anlayışına aykırı durumların kariyerler üzerindeki olumsuz etkilerini gösterir.

Kısaca özetlemek gerekirse; Babylon’un finali, Hollywood’un çekici ve tehlikeli yüzünü, bu endüstrinin hem yaratıcı hayalleri hem de kişisel trajedileri nasıl iç içe geçirdiğini gözler önüne serer. Nellie’nin yükselişi ve düşüşü, Hollywood’un parıltılı dünyasının altındaki karanlık gerçekleri simgelerken, Manny’nin hikayesi, bu dünyadan kurtulup farklı bir yaşam sürebilmenin mümkün olduğunu gösterir.

İşte, Babil filminin sonunda gösterilen tüm filmlerin tam listesi:

The Horse in Motion (1878)

“The Horse in Motion” (1878), Eadweard Muybridge tarafından yaratılmış, koşan bir atın hareketlerini seri fotoğraf çekimleriyle belgeleyen ilk filmlerden biridir. Sinema tarihinde önemli bir dönüm noktası olan bu eser, hareketin görsel olarak nasıl yakalanabileceği ve sunulabileceği konusunda yenilikçi bir adım temsil eder ve modern film yapımı ile görsel efektlerin gelişimine temel oluşturur.

Cat Galloping (1887)

“Cat Galloping (1887)” filmi, Eadweard Muybridge’in bir kedinin galop hareketlerini kaydettiği deneysel bir çalışmadır. Bu film, hareketin film üzerinde nasıl yakalanabileceğini göstererek modern sinematografinin gelişimine önemli bir katkıda bulunmuştur.

The Arrival of a Train (L’arrivée d’un train en gare de La Ciotat) (1895)

The Arrival of a Train at La Ciotat Station (L’arrivée d’un train en gare de La Ciotat) 1895 yapımı, sinema tarihinin en ikonik filmlerinden biridir. Lumière Kardeşler tarafından yönetilen bu kısa film, bir trenin Fransa’nın La Ciotat istasyonuna girişini gerçek zamanlı olarak gösterir. Film, sinemanın ilk günlerinde seyirciler üzerinde büyük bir etki yaratmış ve onları gerçek bir trenin perdeye doğru ilerlediğini düşünerek korkutmuştur. Bu basit ama etkileyici sahne, sinemanın gerçekçilik ve görsel anlatım gücünü ortaya koyan öncü bir eser olarak kabul edilir.

Annie Oakley (1894)

Annie Oakley (1894) filmi, Amerikan keskin nişancı ve gösteri sanatçısı Annie Oakley’in yeteneklerini konu alan erken dönem bir sinema eseridir. Siyah-beyaz ve sessiz olan bu kısa film, Oakley’in atış kabiliyetini vurgulayarak, dönemin film yapım tekniklerini ve sinema tarihinin ilk dönemlerini yansıtır. Bu eser, sinema tarihine ışık tutan değerli bir kaynak olarak kabul edilir.

Birth of the Pearl (1901)

1901 yapımı Birth of the Pearl, inci avcılığını romantik ve fantastik bir perspektiften ele alan, teknik yenilikleri ve görsel efektleriyle dikkat çeken bir sessiz kısa filmdir. Sinema tarihinin erken dönemlerine ait bu eser, sınırlı teknolojik imkanlara rağmen görsel anlatım ve hikaye anlatıcılığı açısından önemli bir yere sahiptir.

A Trip to the Moon (Le Voyage Dans La Lune) (1902)

Ay’a Yolculuk (Le Voyage Dans La Lune), 1902’de Georges Méliès tarafından yönetilen, Jules Verne’in romanlarından esinlenen öncü bir bilim kurgu filmidir. Ay’a fantastik bir yolculuğu anlatan bu kısa film, özellikle Ay’a roketin çarpması sahnesiyle ikonikleşmiş ve görsel efektler, yaratıcı hikaye anlatımı ile sinema tarihinde özel bir yere sahiptir.

Ali Baba and the Forty Thieves (Ali Baba et les Quarante Voleurs) (1902)

“Ali Baba ve Kırk Haramiler” (1902), Georges Méliès tarafından yönetilen, “Binbir Gece Masalları”ndan esinlenen bir sessiz filmdir. Ali Baba’nın hazine bulma ve hırsızlarla mücadelesini anlatan film, döneminin yenilikçi özel efektleri ve set tasarımlarıyla dikkat çeker. Sinema tarihinin ilk dönemlerini yansıtan bu eser, sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir.

The Great Train Robbery (1903)

The Great Train Robbery (1903), Edwin S. Porter tarafından yönetilen, sinema tarihinde önemli bir yere sahip ilk anlatısal filmlerden biridir. Film, bir tren soygununu ve bu soyguncuların takibini konu alır, döneminin öncü montaj ve hareketli kamera tekniklerini kullanır. Modern sinemanın temellerini atan bu kısa film, hikâye anlatımı ve görsel etkileşim açısından döneminin ötesindedir.

Little Nemo (1911)

1911 tarihli Little Nemo filmi, Windsor McCay’in ünlü çizgi roman serisi Little Nemo in Slumberland’dan uyarlanmış bir animasyondur. Sinema tarihindeki önemli animasyon örneklerinden biri olan bu film, küçük Nemo’nun fantastik rüya dünyasına yaptığı yolculuğu anlatır ve döneminin teknolojik sınırlılıklarına rağmen animasyon sanatının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.

Intolerance (1916)

“Intolerance” (1916), D.W. Griffith tarafından yönetilen, dört farklı dönemde geçen ve hoşgörüsüzlüğün yıkıcı etkilerini anlatan epik bir filmdir. Babil, Hristiyanlık dönemi, Huguenotların Fransa’sı ve modern Amerika’da geçen hikâyeler, Griffith’in yenilikçi kurgu teknikleriyle birleştirilir. Görsel açıdan etkileyici bu film, sinema sanatının sınırlarını genişletmiş ve sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir.

The Champion (1915)

The Champion (1915), Charlie Chaplin’in başrolde olduğu ve Challenger karakterini canlandırdığı klasik bir sessiz film komedisidir. Film, Chaplin’in bir boks maçına katıldığı ve hem komik hem de heyecan verici anları içeren bir hikâyeyi anlatır. Chaplin’in fiziksel komedi yeteneği ve ifadesiyle dikkat çeken bu eser, sinema tarihinde hâlâ önemli bir yer tutar.

The Vampires (Les Vampires) (1915–1916)

Les Vampires (1915-1916), Louis Feuillade tarafından yönetilen, Paris’te geçen ve bir gazetecinin tehlikeli bir suç çetesini takip ettiği siyah beyaz, sessiz bir Fransız film serisidir. Döneminin yenilikçi sinema tekniklerini sergileyen bu film, sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Joan the Woman (1916)

Joan the Woman (1916), Cecil B. DeMille tarafından yönetilen ve Jeanne d’Arc’ın hayatını anlatan bir sessiz filmdir. Geraldine Farrar’ın başrolde olduğu film, Jeanne d’Arc’ın İngilizlere karşı mücadelesini ve yaşadığı trajediyi ele alır. Yüksek bütçesiyle dikkat çeken bu yapım, tarihi bir figürün hikayesini etkileyici bir biçimde sunar.

Within Our Gates (1920)

Within Our Gates (1920), Oscar Micheaux tarafından yönetilen ve Afro-Amerikan deneyimlerini irdelen bir sessiz filmdir. Film, bir Afrikalı Amerikalı kadının Kuzey’e eğitim için bağış toplama yolculuğunu ve karşılaştığı ırksal zorlukları anlatır. Bu eser, ırksal eşitsizlik ve adaletsizlik konularını ele alarak, sinema tarihinde önemli bir Afro-Amerikan yapımı olarak kabul edilir.

Voice of the Nightingale (La Voix du Rossignol) (1925)

Voice of the Nightingale (La Voix du Rossignol), 1925 yapımı, Ladislas Starevich tarafından yönetilen bir sessiz animasyon filmidir. Film, ormanda bir bülbülü keşfeden bir kızın hikayesini anlatır ve dönemin gelişmiş animasyon tekniklerini sergiler.

Le Ballet Mécanique (1924)

Le Ballet Mécanique (1924), Fernand Léger ve Dudley Murphy tarafından yönetilen, dadaizm ve kübizmi sinemaya taşıyan deneysel bir filmdir. Görsel ve ritmik öğelerle zenginleştirilmiş bu yapıt, George Antheil’in bestesiyle desteklenir ve modern sinemanın gelişimine katkıda bulunur.

The Jazz Singer (1927)

The Jazz Singer (1927), sinema tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu, Al Jolson’un başrolde olduğu ve sessiz filmlerden sesli filmlere geçişi işaret eden ilk uzun metrajlı film olarak bilinir. Film, bir caz şarkıcısı olma hayali kuran genç bir adamın hikayesini anlatır ve sinema sanatının gelişiminde büyük bir rol oynamıştır.

Black and Tan (1929)

Black and Tan (1929), Duke Ellington’ın başrolde olduğu ve Jazz müziğini konu alan kısa bir filmdir. Amerikan Jazz’ının evrimini ve kültürel önemini yansıtan bu eser, dönemin sanat ve sosyal dinamiklerine ışık tutar. Ellington’ın etkileyici müziğiyle, 1920’lerin Amerika’sının atmosferini canlı bir şekilde izleyiciye aktarır.

Hollywood Review of 1929 (1929)

Hollywood Review of 1929 (1929), MGM stüdyosunun ürettiği, Norma Shearer, Buster Keaton, Joan Crawford ve Laurel & Hardy gibi dönemin önemli yıldızlarını içeren bir müzikal revü filmidir. Hem siyah-beyaz hem de sesli film özelliklerine sahip bu yapım, Hollywood’un altın çağının başlangıcını kutlamakta ve dönemin sinema teknolojisi ile yıldızlarını ön plana çıkarmaktadır.

Piccadilly (1929)

Piccadilly (1929), Anna May Wong’un başrolde olduğu dönemin önemli sessiz filmlerinden biridir. Londra’daki ünlü bir gece kulübünde geçen film, bir dansçının hikâyesini ve farklı kültürel arka planlardan insanların etkileşimlerini ele alır. Görsel anlatımı ve sahne tasarımlarıyla öne çıkan bu yapım, sessiz sinema döneminin dikkat çekici eserlerinden biridir.

The Wizard of Oz (1939)

Wizard of Oz (1939), L. Frank Baum’un kitabından uyarlanmış, Judy Garland’ın başrolünde olduğu ikonik bir filmdir. Kansas’tan sihirli Oz ülkesine yolculuk eden Dorothy’nin hikayesini anlatır. Film, teknolojik yenilikleriyle siyah-beyazdan renkli sahnelere geçiş yapar ve “Somewhere Over the Rainbow” gibi unutulmaz müziklere sahiptir.

Ivan the Terrible, Part 2 (1944)

Ivan the Terrible, Part 2 (1944), Sergei Eisenstein tarafından yönetilen tarihi bir drama filmidir. Rusya’nın ilk çarı İvan Grozni’nin hükümdarlığını ve çevresindeki entrikaları konu alır. Film, döneminin ötesinde bir görsel anlatım ve sinematografiye sahiptir. Stalin döneminde sansürlenmiş ve uzun süre yasaklanmış, Eisenstein’ın sanatsal vizyonu ve o dönemin siyasi iklimini yansıtan önemli bir eserdir.

Tarantella (1940)

Tarantella, 1940’ta yayımlanan, İtalya’nın güneyindeki geleneksel tarantella dansına odaklanan bir filmdir. Film, bu dansın kültürel önemini ve etkisini dramatize ederek işler ve dönemin estetik anlayışını yansıtan görsel teknikler içerir.

Love Letter (1953)

Love Letter (1953), nişanlısını kaybeden Hiroko’nun, aynı ismi taşıyan bir kadından gelen mektuplarla geçmişin sırlarını keşfettiği ve kişisel bir yolculuğa çıktığı bir filmidir. Bu süreçte Hiroko, geçmişle yüzleşir ve yeni bir başlangıç yapar. Film, Japon sinemasının önemli yapımlarından biridir ve sinema tarihinde özel bir yere sahiptir.

Pather Panchali (1955)

Pather Panchali (1955), Satyajit Ray tarafından yönetilen, Hindistan’ın kırsal kesimindeki fakir bir ailenin hikayesini anlatan ünlü bir filmdir. Bu eser, Ray’ın “Apu Üçlemesi”nin ilk filmidir ve sinematografik başarısıyla tanınır.

Duck Amuck (1953)

Duck Amuck (1953), Looney Tunes serisinin bir parçası olup, Daffy Duck’ın başrolde olduğu ve çizerin sürekli sahne değişiklikleri yaparak karakteri zorladığı eşsiz bir kısa filmdir. Chuck Jones’un yönettiği bu eser, animasyon ve gerçeklik arasındaki sınırları zorlar ve animasyonun yetişkinlere de hitap edebilecek derinliğini gösterir.

This is Cinerama (1952)

This is Cinerama (1952), Cinerama adlı üç kameralı geniş perde teknolojisini ilk kullanan film olarak sinema tarihinde özel bir yere sahiptir. Yönetmenleri Merian C. Cooper ve Gunther von Fritsch olan bu yapım, 146 derecelik geniş görüş açısıyla izleyicilere benzersiz bir görsel deneyim sunar.

Ben-Hur (1959)

Ben-Hur (1959), William Wyler yönetmenliğinde, Charlton Heston’ın başrolünde olduğu epik bir tarihi dramadır. Film, köleliğe düşen Yahudi soylu Judah Ben-Hur’un özgürlük mücadelesini anlatır ve 11 Akademi Ödülü kazanarak dikkat çekmiştir.

An Andalusian Dog (Un Chien Andalou), (1929)

Andalusian Köpek (Un Chien Andalou), Luis Buñuel ve Salvador Dalí tarafından 1929’da yaratılan sürrealist bir kısa filmdir. Anlatısal bir akıştan ziyade rüya gibi sahneler ve mantıksız imgelerle dolu olan bu film, özellikle göz kesme sahnesiyle ünlüdür ve sürrealist hareketin sinemadaki en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir.

Psycho (1969)

Psycho (1960), Alfred Hitchcock tarafından yönetilen, sinema tarihinin ikonik gerilim filmlerindendir. Film, kaçak bir kadının gizemli bir motelde yaşadığı korku dolu olayları anlatır. Hitchcock’un yenilikçi yönetmenliği ve filmdeki meşhur duş sahnesi, Psycho’yu gerilim türünde bir kilometre taşı yapmıştır.

Dreams That Money Can Buy (1947)

Dreams That Money Can Buy (1947), Hans Richter yönetmenliğinde, Max Ernst, Man Ray, Marcel Duchamp gibi sanatçıların katkısıyla oluşturulmuş bir filmdir. Rüyaları kontrol eden bir adamın hikayesini yedi bölümde anlatır ve avangard sinema için önemli bir eserdir.

Meshes of the Afternoon (1943)

Meshes of the Afternoon (1943), Maya Deren ve Alexander Hammid’in yönettiği, gerçeküstü ve deneysel bir kısa filmdir. Siyah-beyaz ve sessiz olan bu eser, rüyalar ve bilinçaltının labirentlerine bir yolculuk sunar. Deren’in başrolde olduğu film, tekrar eden motifler ve soyut imgelerle izleyiciye alışılagelmişin dışında bir deneyim sunar ve döneminin ötesinde bir sinema anlayışını yansıtır.

The Passion of Joan of Arc (La Passion de Jeanne d’Arc) (1928)

1928 yapımı The Passion of Joan of Arc (La Passion de Jeanne d’Arc), Carl Theodor Dreyer tarafından yönetilen etkileyici bir sessiz film şaheseridir. Film, Fransız ulusal kahramanı Jeanne d’Arc’ın İngilizler tarafından yargılandığı son günlerini anlatır. Maria Falconetti’nin unutulmaz performansıyla, film, Jeanne d’Arc’ın inancını ve cesaretini derinden etkileyici bir şekilde yansıtır.

My Life to Live (Vivre Sa Vie), (1962)

1962 yapımı My Life to Live (Vivre Sa Vie), Jean-Luc Godard tarafından yönetilmiş ve Fransız Yeni Dalga sinemasının önemli bir örneğidir. Film, Paris’te yaşayan ve oyuncu olmak isteyen Nana’nın (Anna Karina) fuhuşa sürüklenişini anlatır. Godard’ın deneysel sinematografi kullanımı, filmde insanın özgürlüğü ve hayatın anlamı üzerine derin düşünceler sunar.

Lucia (1968)

Lucia (1968), Humberto Solás yönetmenliğindeki Küba filmi, ülkenin tarihini üç farklı dönemde geçen üç kadının hikayesi üzerinden anlatır. Her bölüm, sırasıyla 1890’ların İspanya-Küba savaşı, 1930’ların Machado diktatörlüğü ve 1960’ların devrimini temsil eder. Film, her Lucia’nın kişisel mücadelelerini ve dönemin toplumsal olaylarıyla olan etkileşimlerini vurgulayarak, Küba’nın ve kadınlarının tarihini işler.

NY. NY. (1947)

“NY, NY” (1947), Francis Thompson tarafından yönetilen, New York şehrinin günlük yaşamını ve mimarisini yenilikçi kamera teknikleriyle betimleyen bir deneysel kısa filmdir. Film, şehrin canlılığını ve ritmini görsel efektler ve dikkat çekici çekim açılarıyla vurgular, deneysel sinema ve görsel sanatlar alanında önemli bir yere sahiptir.

Borom Sarret (1963)

“Borom Sarret” (1963), Ousmane Sembène tarafından yönetilen, Senegal’in Dakar şehrinde geçen bir kısa film. Film, bir at arabası şoförünün günlük hayatını ve zorluklarını ele alıyor. Afrika’nın sosyo-ekonomik durumuna ve sömürge sonrası sorunlarına odaklanan bu eser, Afrika sinemasının ilk profesyonel kısa filmi olarak önemli bir yere sahiptir.

The Black Vampire (1953)

Kara Vampir (The Black Vampire), 1953 Arjantin yapımı, siyah-beyaz bir gerilim ve korku filmidir. Fritz Lang’ın “M” filmine dayanan bu eser, bir seri katilin peşine düşen polisleri ve katilin bir çocuğa olan takıntısını konu alır. Film, vampir mitinden ziyade psikolojik gerilim ve suç öğeleriyle dikkat çeker ve Arjantin sinemasının dönemin toplumsal meselelerine de değinen önemli bir parçasıdır.

2001: A Space Odyssey (1968)

2001: A Space Odyssey (1968), Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke imzalı, insanlığın evrimini ve uzay keşiflerini ele alan, görsel ve tematik yenilikleriyle öne çıkan bir bilim kurgu filmidir. Yapay zeka HAL 9000 ve gizemli monolit temasıyla bilim kurgu türünde çığır açmıştır.

Week-End (1967)

Week-End (1967), Jean-Luc Godard tarafından yönetilen bir Fransız filmidir. Film, kapitalist toplum ve tüketim kültürüne eleştirel bir bakış atarken, bir çiftin hafta sonu yolculuğunu ve karşılaştıkları kaotik olayları absürt bir biçimde anlatır. 1960’ların Fransız Yeni Dalga akımının öne çıkan örneklerinden biri olarak kabul edilir.

Sunstone (1979)

Sunstone (1979), Ed Emshwiller ve Alvy Ray Smith tarafından yaratılan, erken dönem bilgisayar animasyon tekniklerini sergileyen deneysel bir kısa filmdir. Film, dijital sanat ve animasyonun sınırlarını zorlayan yenilikçi görsel efektler sunar ve deneysel sinema alanında önemli bir eser olarak kabul edilir.

Raiders of the Lost Ark (1981)

Raiders of the Lost Ark (1981), Steven Spielberg yönetmenliğinde ve Harrison Ford’un başrolünde olduğu, Nazi’lerin peşinde olduğu Kutsal Sandığı bulmak için dünya çapında bir maceraya atılan arkeolog Indiana Jones’un hikayesini anlatan ikonik bir macera ve aksiyon filmidir. 1930’ların serüven ruhunu yansıtan bu film, sinema tarihinin en unutulmaz eserlerinden biri olarak kabul edilir.

​​Matrix 1 (1971)

John Whitney’in 1971 yapımı “Matrix” filmi, bilgisayar animasyonunun erken örneklerinden biridir. Film, dönemin teknolojisiyle yaratılan görsel ve matematiksel desenlerle dolu olup, dijital sanat ve bilgisayar animasyonunun gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Whitney’in bu eseri, bilgisayar destekli görsel sanatların potansiyelini erkenden keşfeden yenilikçi bir çalışmadır.

Tron (1982)

Tron (1982), Kevin Flynn adında bir yazılım mühendisinin dijital bir dünyaya hapsedilmesi ve buradan kaçışını konu alır. Jeff Bridges, Bruce Boxleitner ve David Warner’ın başrollerini paylaştığı bu bilim kurgu filmi, döneminin ötesinde görsel efektleri ve bilgisayar animasyonlarıyla dikkat çeker. Film, bilgisayar grafiklerinin ve sanal gerçeklik konseptlerinin sinemada kullanımında öncü bir rol oynar.

0° ‹ — › 45° VERSÃO (1974)

0=45 Versão I (1974), Analivia Cordeiro tarafından yaratılmış, erken dönem video sanatının öncü eserlerindendir. Eserde, Cordeiro’nun matematiksel ve geometrik kavramlarla birleştirdiği beden hareketleri, kamera açıları ve özel efektlerle zenginleştirilerek sunulur. Bu çalışma, video sanatı ile dans ve performans sanatlarının kesiştiği noktada yer alır ve teknolojinin sanata entegrasyonunun erken örneklerinden birini temsil eder.

Terminator 2: Judgement Day (1991)

Terminator 2: Judgement Day (1991), gelecekten gelen gelişmiş bir robot T-1000’ün, insan direnişinin gelecekteki lideri John Connor’ı öldürme göreviyle geçmişe gönderilmesini konu alır. Arnold Schwarzenegger’in canlandırdığı Terminator, John’u korumak için zaman içinde yolculuk eder. James Cameron’ın yönettiği bu film, etkileyici aksiyon sahneleri, devrimsel görsel efektleri ve derinlemesine karakter gelişimiyle dikkat çeker.

Jurassic Park (1993)

Jurassic Park (1993), DNA teknolojisiyle yeniden yaratılan dinozorların bulunduğu bir tema parkını konu alır. Parkın güvenlik sistemlerinin çökmesiyle dinozorlar serbest kalır ve adadaki insanlar için hayatta kalma mücadelesi başlar. Steven Spielberg’in yönettiği bu film, görsel efektleri ve gerçekçi dinozor tasvirleriyle dikkat çekerek sinema tarihinde önemli bir yer edinmiştir.

The Matrix (1999)

The Matrix (1999), insanlığın aslında makineler tarafından oluşturulan bir simülasyonda yaşadığını keşfeden Neo’nun (Keanu Reeves), Morpheus (Laurence Fishburne) ve Trinity (Carrie-Anne Moss) ile birlikte insanlığı bu kölelikten kurtarma mücadelesini anlatan bir bilim kurgu filmidir. Film, görsel efektleri ve felsefi derinliğiyle sinema tarihinde önemli bir yer edinmiştir.

Avatar (2009)

Avatar (2009), James Cameron’ın yönettiği, Pandora adlı uzak bir gezegendeki değerli bir mineral için insanların yerli Na’vi halkıyla çatıştığı bir bilim kurgu filmidir. Film, görsel efektleri ve 3D teknolojisiyle dikkat çeker. Ana karakter Jake Sully, bir avatar aracılığıyla Na’vi halkının arasına karışır, onların kültürünü öğrenir ve insanların gezegene verdiği zararı sorgular. Film, doğa ve kültürel saygı temalarıyla ön plana çıkar.

Persona (1965)

Persona (1965), Ingmar Bergman’ın yönettiği, konuşma yeteneğini kaybeden aktris Elisabet Vogler ve ona bakıcı olarak atanan hemşire Alma’nın hikayesini anlatan psikolojik bir dramdır. Film, bu iki kadın arasındaki karmaşık ilişki üzerinden insan psikolojisi, kimlik ve varoluşu sorgular. Sven Nykvist’in siyah-beyaz sinematografisi ve oyuncuların güçlü performanslarıyla öne çıkan bu eser, sinema tarihinde kült bir yere sahiptir.

Netice itibariyle, Babylon’un tüm bu filmlere göndermeler yaptığı son sahnesi olan Montage sahnesi sinema dünyasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu filmlerin her biri sinemanın gelişimini sağlamış kilometre taşlarıdır.

Ayrıca bu tarz filmler ilginizi çekiyorsa, yine sitemizde yer alan “Felsefe Temalı En İyi 30 Film” adlı listemize de göz atabilirsiniz.

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
İlgili İçerikler